Her words were completely meaningless.
- Onun sözleri tamamen anlamsızdı.
Are you completely through with your homework?
- Sen tamamen ödevlerin aracılığıyla mısın?
You and Tom are exactly the same.
- Sen ve Tom tamamen aynısınız.
Sally didn't exactly agree with Bill, but she supported him.
- Sally, Bill'le tamamen aynı fikirde değildi ama onu destekledi.
I just couldn't go through with it.
- Ben sadece onu tamamen bitiremedim.
He's American through and through.
- O tamamen Amerikalıdır.
I don't quite agree with you.
- Sizinle tamamen aynı fikirde değilim.
Tom still hasn't quite learned the rules of the game.
- Tom hâlâ oyunun kurallarını tamamen öğrenmemişti.
It is utterly impossible to finish the work within a month.
- Bir ayda işi tamamen bitirmek imkansız.
He felt utterly humiliated.
- O, tamamen aşağılanmış hissetti.
The Latin language is not entirely unknown to me, but I altogether lack the ability to speak it.
- Latince tamamen bilmediğim bir dil değil ama bu dili konuşma yeteneğinden tamamen yoksunum.
Your work is not altogether satisfactory.
- İşiniz tamamen tatmin edici değil.
I checked Tom thoroughly.
- Tom'u tamamen kontrol ettim.
We were thoroughly satisfied with his work.
- Onun işinden tamamen tatmin olduk.
It is a sheer waste of time.
- O tamamen zaman kaybı.
It was sheer coincidence that Mary and I were on the same train.
- Mary ve benim aynı trende olmamız, tamamen bir tesadüftü.
I was fully alive to the danger.
- Ben tamamen tehlikenin farkındaydım.
I'm sorry, today is fully booked.
- Üzgünüm, bugün tamamen ayrılmış.
The company, wholly owned by NTT, is doing well.
- Tamamen NTT'ye ait şirket, iyi kazanıyor.
I am wholly in agreement with you.
- Seninle tamamen aynı fikirdeyim.
I assure you Tom will be perfectly safe.
- Tom'un tamamen güvenli olacağına sizi temin ederim.
Tom can understand perfectly well.
- Tom tamamen iyi bir şekilde anlayabiliyor.
It's a whole new world.
- Tamamen yeni bir dünya.
Tom remained wide awake the whole night.
- Tom bütün gece tamamen uyanık kaldı.
What he told us the other day simply doesn't make sense, does it?
- Geçen gün onun bize söylediğinin tamamen bir anlamı yok, değil mi?
Let's face it: this sentence is simply bad.
- Şunu kabul edelim ki bu cümle tamamen kötü.
It is utterly impossible to finish the work within a month.
- Bir ayda işi tamamen bitirmek imkansız.
She is an utter stranger to me.
- O, bana tamamen yabancıdır.
Tom and Mary were finally completely alone.
- Tom ve Mary nihayet tamamen yalnızdı.
It was pure accident that I came to know her.
- Onu tanımam tamamen tesadüftü.
That is a pure waste of time.
- O tamamen zaman kaybı.
Tom looks totally wiped out.
- Tom tamamen yok olmuş görünüyor.
You guys are totally clueless.
- Siz acayip kılıklı herifler tamamen cahilsiniz.
I was fully alive to the danger.
- Ben tamamen tehlikenin farkındaydım.
He fully realizes that he was the cause of the accident.
- Kazanın sebebi olduğunun tamamen farkındadır.
He's American through and through.
- O tamamen Amerikalıdır.
The cherry blossoms are in full bloom.
- Kirazlar tamamen çiçek açtılar.
All the cherry trees in the park are in full bloom.
- Parktaki tüm kiraz ağaçları tamamen çiçek açmış.
He's American through and through.
- O tamamen Amerikalıdır.
Tom is about through here.
- Tom neredeyse tamamen burada.
He was good and drunk.
- O tamamen sarhoş olmuştu.
It's already 3 a.m., but I'm wide awake and couldn't fall asleep if I tried.
- Saat sabahın üçü fakat ben tamamen uyanığım ve çabalasamda uyuyamadım.
The window was wide open.
- Pencere tamamen açıktı.
I am not wholly convinced that you are right.
- Haklı olduğuna tamamen ikna olmadım.
I am quite all right now.
- Ben şimdi tamamen iyiyim.
Tom was dead set against the idea.
- Tom fikre tamamen karşıydı.
The party was perfectly deadly.
- Parti tamamen sıkıcıydı.
He is not entirely without courage.
- O, tamamen cesaretsiz değil.
The accident was entirely avoidable.
- Kaza tamamen önlenebilirdi.
Our meeting was purely accidental.
- Karşılaşmamız tamamen tesadüfi.
My meeting her was purely accidental.
- Onunla karşılaşmam tamamen tesadüftü.
Having worked on the farm all day long, he was completely tired out.
- Bütün gün boyunca çiftlikte çalıştığı için, o tamamen yorgundu.
Prime numbers are like life; they are completely logical, but impossible to find the rules for, even if you spend all your time thinking about it.
- Asal sayılar hayata benzer, onlar tamamen mantıksaldır fakat, eğer tüm zamanınızı onun hakkında düşünmek için harcarsanız kurallarının bulunması imkânsızdır.
Stay absolutely still.
- Tamamen hareketsiz dur.
I refused absolutely.
- Tamamen reddediyorum.
It sounds downright frightening.
- Bu tamamen korkutucu görünüyor.
This place is downright creepy.
- Bu yer tamamen tüyler ürpertici.
The judgment isn't entirely fair.
- Yargılama tamamen adil değil.
That seems completely fair to me.
- O benim için tamamen adil görünüyor.
Tom cleaned the garage all by himself.
- Tom garajı tamamen tek başına temizledi.
She completely cleaned her plate.
- Tabağını tamamen temizledi.
I want to make this perfectly clear.
- Bunu tamamen açık yapmak istiyorum.
It's all clear to me now.
- O şimdi tamamen benim için temiz.
This translation is outright wrong.
- Bu çeviri tamamen yanlış.
Mathematicians have this in common with the French: whatever you're trying to say to them, they take it and translate it in their own way and turn it around into something completely different.
- Matematikçiler buna Fransızlarla müştereken sahiptir: onlara her ne söylemeye çalışıyorsan, onlar onu alır ve onu kendi tarzlarıyla çevirir ve onu tamamen farklı bir şeye çevirirler.
This translation is outright wrong.
- Bu çeviri tamamen yanlış.
I think I can speak French well enough to say pretty much anything I want to say.
- Sanırım söylemek istediğim bir şeyi neredeyse tamamen söylemek için yeterince iyi şekilde Fransızca konuşabilirim.
Tom is well aware of the problem.
- Tom sorunun tamamen farkındadır.
Her girlfriend is completely flat-chested.
- Onun kız arkadaşı tamamen düz göğüslü.
The flat comes fully furnished.
- Daire tamamen mobilyalıdır.
Tom finished off the ice cream that was in the freezer.
- Tom dondurucudaki dondurmayı tamamen bitirdi.
Tom couldn't completely rule out the possibility that he might be laid off from work.
- Tom işten çıkarılabileceği ihtimalini tamamen göz ardı edmedi.
I'm perfectly normal.
- Ben tamamen normalim.
I assure you Tom will be perfectly safe.
- Tom'un tamamen güvenli olacağına sizi temin ederim.