The patrol cars cover the whole of the area.
- Devriye arabaları alanının tamamını kapsamaktadır.
She got full marks by memorizing the whole lesson.
- O, bütün dersi ezberleyerek tam not aldı.
Her words were completely meaningless.
- Onun sözleri tamamen anlamsızdı.
We want complete sentences.
- Tam cümleler istiyoruz.
It's exactly what I wanted.
- O, tam olarak benim istediğimdir.
You can search words, and get translations. But it's not exactly a typical dictionary.
- Sözcükleri arayabilir ve çevirileri alabilirsiniz. Ama o, tam olarak tipik bir sözlük değildir.
He fully realizes that he was the cause of the accident.
- Kazanın sebebi olduğunun tamamen farkındadır.
The cherry trees are in full blossom.
- Kiraz ağaçları tamamen çiçeklenmişler.
Did you clean your room properly? There's still dust over here.
- Odanı tam olarak temizledin mi? Burada hala toz var.
The facts weren't properly understood.
- Gerçekler tam olarak anlaşılmadı.
The store is just across from the theater.
- Dükkan tiyatronun tam karşısında.
When I use a word, Humpty Dumpty said, it means just what I choose it to mean - neither more nor less.
- Bir kelime kullandığımda,Humpty Dumpty ifade etmek için tam benim seçtiğimi o ifade ediyor-ne daha fazla ne daha az dedi.
I don't remember my grandmother's face accurately.
- Ben büyük annemin yüzünü tam olarak hatırlamıyorum.
This seems entirely accurate.
- Bu tamamen doğru gibi görünüyor.
Tom is perfectly satisfied with his current salary.
- Tom şu anki aylığından tamamen memnun.
Tom can understand perfectly well.
- Tom tamamen iyi bir şekilde anlayabiliyor.
Do you even remember Tom?
- Tom'u tamamıyla hatırlıyor musun?
Prime numbers are like life; they are completely logical, but impossible to find the rules for, even if you spend all your time thinking about it.
- Asal sayılar hayata benzerler, onlar tamamıyla mantıklıdır ama bütün zamanınızı bu konuyu düşünerek harcasanız dahi belirli bir kural bulmak imkansızdır.
I was right there with Tom at the time.
- Ben o zaman Tom'la birlikte tam oradaydım.
He fully realizes that he was the cause of the accident.
- Kazanın sebebi olduğunun tamamen farkındadır.
He reported fully what he had seen to the police.
- O, ne gördüğünü polise tam olarak bildirdi.
Your ideas are all out of date.
- Sizin fikirleriniz tamamen çağ dışıdır.
This is the very video I have been looking for.
- Bu tam aradığım video.
Never give up till the very end.
- Tam sonuna kadar vazgeçme.
This place is downright creepy.
- Bu yer tamamen tüyler ürpertici.
It sounds downright frightening.
- Bu tamamen korkutucu görünüyor.
Due to severe educational influence the child became a wholly different person.
- Ciddi bir eğitim etkisi nedeniyle çocuk tamamen farklı bir kişi haline geldi.
Due to the rain, my plans were completely mixed up.
- Yağmur nedeniyle planlarım tamamen karıştı.
This watch keeps correct time.
- Bu saat tamamen doğrudur.
Your English is grammatically correct, but sometimes what you say just doesn't sound like what a native speaker would say.
- İngilizcen dil bilgisi bakımından doğru fakat bazen söylediğin tam olarak bir yerlinin söylediğine benzemiyor.
See how Lenny can swallow an entire hot dog without chewing or choking? That's why upper management loves him so much.
- Lenny'nin nasıl çiğnemeden veya boğulmadan tam bir sosisli sandvici yutabildiğine bak? Bu nedenle üst idare onu bu kadar fazla sever.
The accident was entirely avoidable.
- Kaza tamamen önlenebilirdi.
He was detected in the very act of stealing.
- O, tam çalma anında tespit edildi.
Never give up till the very end.
- Tam sonuna kadar vazgeçme.
The bus stopped sharply.
- Otobüs tam vaktinde durdu.
He got home at seven sharp.
- O, saat tam yedide eve geldi.
The plane arrived exactly at nine.
- Uçak tam olarak dokuzda vardı.
You can search words, and get translations. But it's not exactly a typical dictionary.
- Sözcükleri arayabilir ve çevirileri alabilirsiniz. Ama o, tam olarak tipik bir sözlük değildir.
The first stage of the operation has been accomplished.
- Operasyonun ilk aşaması tamamlandı.
Tom and Mary accomplished their mission without any difficulty.
- Tom ve Mary herhangi bir zorluk olmadan görevlerini tamamladı.
Tom sat alone, staring straight ahead.
- Tom tam karşıda bakarken tek başına oturuyordu.
She told the joke with a completely straight face.
- O, tamamen gülmeyen bir suratla fıkra anlattı.
Tom couldn't completely rule out the possibility that what Mary said was true.
- Tom, Mary'nin söylediğinin gerçek olduğu ihtimalini tamamen görmezden gelemedi.
The statement is not wholly true.
- İfade tamamen gerçek değil.
Tom was dead set against the idea.
- Tom fikre tamamen karşıydı.
The party was perfectly deadly.
- Parti tamamen sıkıcıydı.
He said he was already more than fifty years old, fifty five, to be precise.
- O çoktan elli yaşından daha fazla olduğunu, tam olarak elli beş olduğunu söyledi.
Tom arrived precisely on time.
- Tom tam zamanında geldi.
Death is an integral part of life.
- Ölüm hayatın tamamlayıcı bir parçasıdır.
Tom knows precisely how Mary feels.
- Tom Mary'nin nasıl hissettiğini tam olarak biliyor.
Tom arrived precisely on time.
- Tom tam zamanında geldi.
It must bother you to have taken a bad master. I'm stupid too. So, it's all right.
- Kötü bir öğretmene sahip olmak sizi rahatsız ediyor olmalı. Ben de aptalım. Öyleyse, tamam.
Tom arrived at just the right moment.
- Tom tam doğru zamanda geldi.
Where a painting's general sense seems clear, moreover, the exact decoding of its content remains in doubt.
- Bir resmin genel anlamı açık görünse de, buna rağmen, onun içeriğinin tam çözümü şüpheli kalır.
Before understanding the situation clearly, he hastily gave his opinion.
- Meseleyi daha tam anlamadan, alelacele fikrini söyledi.
This story may sound strange, but it's absolutely true.
- Bu hikaye kulağa acayip gelebilir ama tamamen gerçektir.
Stay absolutely still.
- Tamamen hareketsiz dur.
I took what she said literally.
- Onun söylediğini tam olarak anladım.
I was literally stunned by what I saw.
- Gördüğüm şey karşısında tam anlamıyla afallamıştım.
The man was a total stranger.
- Adam tam bir yabancıydı.
Lunar eclipses can be total or partial.
- Güneş tutulmaları tam ya da bölümlü olabilir.
He looked confident but his inner feelings were quite different.
- Emin görünüyordu fakat onun iç duyguları tamamen farklıydı.
I do not quite agree with you.
- Sizinle tamamen aynı fikirde değilim.
I checked Tom thoroughly.
- Tom'u tamamen kontrol ettim.
We were thoroughly satisfied with his work.
- Onun işinden tamamen tatmin olduk.
It wasn't quite that simple.
- O tam olarak o kadar basit değildi.
Does the city literally owe its existence to Mussolini?
- Şehir varlığını tam anlamıyla Mussolini'ye mi borçlu?
I was literally stunned by what I saw.
- Gördüğüm şey karşısında tam anlamıyla afallamıştım.
Tom had Mary's undivided attention.
- Tom Mary'nin tam ilgisine sahipti.
Your English is grammatically correct, but sometimes what you say just doesn't sound like what a native speaker would say.
- İngilizcen dil bilgisi bakımından doğru fakat bazen söylediğin tam olarak bir yerlinin söylediğine benzemiyor.
People tend to only compliment you on your language ability when it's apparent that you still don't quite sound like a native speaker.
- İnsanlar hâlâ tamamen bir yerli konuşucu gibi ses çıkarmadığın aşikar olduğunda sadece dil yeteneğiniz üzerine size iltifat etmek eğilimindedir.
Her girlfriend is completely flat-chested.
- Onun kız arkadaşı tamamen düz göğüslü.
Can you fix the flat tire now?
- Şimdi patlak lastiği tamir edebilir misin?
You can search words, and get translations. But it's not exactly a typical dictionary.
- Sözcükleri arayabilir ve çevirileri alabilirsiniz. Ama o, tam olarak tipik bir sözlük değildir.
I couldn't say when exactly in my life it occurred to me that I would be a pilot someday.
- Bir gün pilot olma fikrinin hayatımda tam olarak ne zaman oluştuğunu söyleyemem.
We are not quite satisfied with the result.
- Sonuçtan tam olarak memnun değiliz.
I didn't quite catch the name of that designer.
- O tasarımcının adını tam olarak anlamadım.
He said he was already more than fifty years old, fifty five, to be precise.
- O çoktan elli yaşından daha fazla olduğunu, tam olarak elli beş olduğunu söyledi.
-I think police officers earn £32,000 and teachers earn £36,000 a year.
Well, I'd say the other way round. 32 for the teacher and 36 for the police officer. (Headway Intermediate).
America did not invent human rights. In a very real sense, it is the other way round. Human rights invented America.
- Amerika insan haklarını icat etmedi. Gerçek anlamda, tam tersidir. İnsan hakları Amerika'yı icat etti.
Our relationship is strictly professional.
- İlişkimiz tam anlamıyla profesyonel.
His speech was an unmitigated disaster.
- Onun konuşması tam anlamıyla bir felaketti.
I completely walked ten miles.
- Ben, tam olarak on mil yürüdüm.
Tom wasn't completely happy with the settlement.
- Tom yerleşimden tam olarak mutlu değildi.
I thought he was busy, but on the contrary he was idle.
- Onun meşgul olduğunu sanıyordum ama tam tersine boştaydı.
War doesn't bring on peace; on the contrary, it brings pains and grief on both sides.
- Savaş, barış getirmez. Tam tersine, o acı ve keder getirir.
I'm totally and completely in love with you.
- Tamamen ve tam anlamıyla sana âşığım.
I accepted the offer after due consideration.
- Tam olarak düşündükten sonra teklifi kabul ettim.
In order to fully understand how a word is used, it needs to be used in many different contexts.
- Bir kelimenin nasıl kullanıldığını tam olarak anlamak için, onun birçok farklı içeriklerde kullanılması gerekir.
We are fully aware of the importance of the situation.
- Durumun öneminin tam olarak farkındayım.
I remember last night perfectly.
- Dün geceyi tam olarak hatırlıyorum.
This dress fits me perfectly.
- Bu elbise bana tam olarak uyuyor.
It takes literally a minute to make the sauce.
- Sos yapmak tam olarak bir dakika sürer.
The detective questioned literally thousands of people about the incident.
- Dedektif olay hakkında binlerce insanı tam olarak sorguladı.
Tom knows precisely what he's doing.
- Tom ne yaptığını tam olarak biliyor.
I know precisely what you are feeling.
- Ne hissettiğini tam olarak biliyorum.
Everything's just like before.
- Her şey tam anlamıyla önceki gibi.
Tom's oldest son looks just like him.
- Tom'un en büyük oğlu, tam anlamıyla kendisine benziyor.
I don't remember my grandmother's face accurately.
- Ben büyük annemin yüzünü tam olarak hatırlamıyorum.
Tom claims he can accurately predict the future.
- Tom geleceği tam olarak tahmin edebildiğini iddia ediyor.
That's not exactly true.
- O tam olarak doğru değil.
That wasn't exactly true.
- O tam olarak doğru değildi.
Tom knew right where he was going.
- Tom nereye gittiğini tam olarak biliyordu.
We're not exactly open right now.
- Şu anda tam olarak açık değiliz.
Tom told me just the opposite.
- Tom bana tam tersini söylemişti.
He told me just the opposite!
- Bana tam tersini söyledi!