Sofrada nasıl davranılacağını bilmiyor.
- He does not know how to behave at the table.
Tom'un kötü sofra adabı vardır.
- Tom has bad table manners.
Masanın üzerinde bir elma var.
- There is an apple on the table.
Masanın üzerinde bir kitap var.
- There is a book on the table.
Bu tabloyu ortadan kaldır.
- Take this table away.
Mike günlüklerinden kaba bir tablo yaptı.
- Mike made a rude table from the logs.
Tom ameliyat masasında öldü.
- Tom died on the operating table.
Tom ameliyat masasında, baygın hâlde yatıyordu.
- Tom was lying unconscious on the operating table.
Tom ve Mary öğle yemeklerini yerken boyanmamış bir piknik masasında oturdular.
- Tom and Mary sat at an unpainted picnic table eating their lunch.
Masanın üstünde hâlâ bir sürü yemek var.
- There are still a lot of dishes on the table.
Yatmaya gitmeden önce üç tablet soğuk algınlığı ilacı aldım.
- I took three tablets of a cold medicine before going to bed.
Tom her sabah kahvaltıdan sonra altı tablet alır.
- Tom takes six tablets every morning after breakfast.
Tom tepsiyi sehpanın üstüne koydu.
- Tom put the tray down on the coffee table.
Tom kayıp ayakkabısını sehpanın altında buldu.
- Tom found his missing shoe under the coffee table.
The legislature tabled the amendment, so we will start discussing it now.
The motion was tabled ensuring that it would not be taken until a later date.
I’m using mathesis — a universal science of measurement and order …And there is also taxinomia a principle of classification and ordered tabulation.Knowledge replaced universal resemblance with finite differences. History was arrested and turned into tables …Western reason had entered the age of judgement.