All the other languages are easier than Uighur.
- Diğer tüm diller Uygurca'dan daha kolaydır.
All the flowers in the garden are yellow.
- Bahçedeki tüm çiçekler sarı.
This window overlooks the whole city.
- Bu pencere tüm şehre bakıyor.
It was a victory for the whole country when he finished first in the race.
- O, yarışı birinci bitirdiğinde, tüm ülke için bir zaferdi.
According to Tom's will, Mary will inherit his entire estate.
- Tom'un vasiyetine göre, Mary onun tüm gayrimenkulünü miras olarak alacak.
Tom read the entire book in three hours.
- Tom üç saatte tüm kitabı okudu.
From the hotel, we could see the entire park very clearly.
- Otelden tüm parkı çok net bir şekilde görebiliyorduk.
The DNA test cleared him of all charges.
- DNA testi onu tüm suçlamalardan kurtardı.
Tom successfully carried the state with nearly sixty percent of the total statewide vote.
- Tom başarılı bir biçimde tüm eyaletteki oyların yaklaşık yüzde sekseninin desteğini alacak duruma erişti.
About 250 million years ago, all the continents we see today were one big supercontinent called Pangaea.
- Yaklaşık 250 milyon yıl önce, bugün gördüğümüz tüm kıtalar Pangaea denilen büyük bir süperkıtaydılar.
When Tom was little he was clumsy and would fall often. All his pants would have knee patches.
- Tom küçükken hantaldı ve sık sık düşerdi. Tüm pantolonlarının diz yamaları olurdu.
I will accept full responsibility for this.
- Bunun için tüm sorumluluğu kabul edeceğim.
The banquet was in full swing.
- Ziyafete tüm hızıyla devam edildi.
A person cannot understand another person completely.
- Bir insan başka bir insanı tümüyle anlamayabilir.
Prime numbers are like life; they are completely logical, but impossible to find the rules for, even if you spend all your time thinking about it.
- Asal sayılar hayata benzer, onlar tamamen mantıksaldır fakat, eğer tüm zamanınızı onun hakkında düşünmek için harcarsanız kurallarının bulunması imkânsızdır.
May I have your undivided attention?
- Tüm dikkatini alabilir miyim?
He became famous all over the world.
- Tüm Dünyada ünlü oldu.
She traveled all over the world.
- O, tüm dünyayı gezdi.
I know atheists that have more humanity than all these religious and these socialists.
- Ateistlerin tüm dindar ve sosyalistlerden daha merhametli olduğunu biliyorum.
All languages are equal, but English is more equal than the others.
- Tüm diller eşittir, ama İngilizce diğerlerinden daha eşittir.
The dictator had the absolute loyalty of all his aides.
- Diktatörün tüm yardımcıları ile ilgili mutlak sadakatı vardı.
I ate absolutely nothing the whole day.
- Tüm gün katiyen bir şey yemedim.
Money is the root of all evil.
- Para tüm kötülüklerin anasıdır.
That men do not learn very much from the lessons of history is the most important of all the lessons that history has to teach.
- İnsanoğlunun tarih derslerinden çok şey öğrenmemesi tarihin öğretmek zorunda olduğu tüm derslerin en önemlisidir.
Tom spent all day looking around antique shops.
- Tom tüm günü antika dükkanlarının etrafında bakınarak geçirdi.
The computer repair took all day.
- Bilgisayar tamiri tüm gün sürdü.