spüren

listen to the pronunciation of spüren
German - Turkish
duymak, hissetmek; iz sürmek
{'şpü: rın} duymak, hissetmek
iz sürmek
English - Turkish

Definition of spüren in English Turkish dictionary

sense
{f} algılamak
sense
{i} hissetme
sense
{i} duygu

Taro güçlü bir sorumluluk duygusuna sahiptir. - Taro has a strong sense of responsibility.

Tom'un modern resim için estetik duygusu vardır. - Tom has an aesthetic sense for modern painting.

sense
{i} sağduyu

Diğer bir deyişle, sağduyudan şüphelenmelisin. - In other words, you should doubt common sense.

Eğitim yaptığın okulda yazı yazmanın yanı sıra sağduyuyu öğretmediler mi? - Didn't they teach you common sense as well as typing at the school where you studied?

sense
(Tıp) sanse
sense
doğrultu
sense
hasse
sense
anlayış

Öğretmenimizin harika bir espri anlayışı var. - Our teacher has a wonderful sense of humor.

Onun bir mizah anlayışı vardır. - He has a sense of humor.

sense
genel düşünce
sense
zekâ
sense
dili anlamak
sense
dirayet
sense
akıl
sense
{f} anlamak

Gerçekten onun ne kastettiğini anlamak için yeterli aklı vardı. - She had enough sense to understand what he really meant.

sense
(Tıp) His, duygu, duyu, sensus
sense
muhakeme
sense
{i} anlama

Gerçekten onun ne kastettiğini anlamak için yeterli aklı vardı. - She had enough sense to understand what he really meant.

Ben ne olduğunu anlamaya çalışıyordum. - I was trying to make sense of what had happened.

sense
(isim) duyu, duygu, manâ, us, his, sezme, hissetme, sağduyu, algı, anlama, bilincinde olma, anlam, amaç, niyet, düşünce, kanı, eğilim, yön
sense
{i} eğilim
sense
{f} duyarlı olmak
German - English
felt}
to experience
to sense
to feel {felt
sense

Blind people sometimes develop a compensatory ability to sense the proximity of objects around them. - Blinde entwickeln manchmal eine ausgleichende Fähigkeit, die Nähe der Gegenstände um sie herum zu spüren.

I read somewhere that animals can sense an earthquake before it hits. - Ich habe irgendwo gelesen, dass Tiere ein Erdbeben spüren können, bevor es losbricht.

spüren, dass einer angebissen hat
to feel a bite
(etw.) am stärksten zu spüren bekommen
to bear the brunt (of something)
die Auswirkungen der Budgetkürzungen spüren
to feel the bite of the budget cuts
die volle Härte des Gesetzes zu spüren bekommen
to face the full force of the law
etw. am ärgsten zu spüren bekommen
to bear/take/suffer the brunt of something
finanzielle Einschränkungen zu spüren bekommen
to feel the pinch
jdm. seine Missbilligung spüren lassen
to wither somebody (make feel stupid/ashamed)