sonun

listen to the pronunciation of sonun
Turkish - English

Definition of sonun in Turkish English dictionary

son
ultimate

So ultimately, with Tatoeba we are only building the foundations… to make the Web a better place for language learning. - Yani sonuçta, Web'i dil öğrenmede daha iyi bir yer yapmak için biz Tatoeba ile sadece temelleri inşa ediyoruz.

Such considerations ultimately had no effect on their final decision. - Bu tür düşüncelerin sonuçta onların nihai kararı üzerinde herhangi bir etkisi olmamıştır.

son
recent

Recently, he's been drinking too much. - Son zamanlarda, o çok fazla içki içiyor.

Recent advances in medicine are remarkable. - Tıptaki son gelişmeler dikkat çekiyor.

son
end

In the near future, we will be able to put an end to AIDS. - Yakın gelecekte, AIDS'e son verebileceğiz.

The international language Esperanto appeared in public at the end of 1887. - Uluslararası dil Esperanto, 1887'nin sonlarında herkese gösterildi.

son
{s} latest

I found his latest novel interesting. - Onun en son romanını ilginç buldum.

I just bought the latest version of this MP3 player. - Ben az önce bu MP3 çaların en son sürümünü satın aldım.

son
last

The last time I went to China, I visited Shanghai. - Çin'e gittiğim en son zaman, Şangay'ı ziyaret ettim.

Date of last revision of this page: 2010-11-03 - Bu sayfanın son güncellenme tarihi: 2010.11.03

son
final

He finally became the president of IBM. - O, sonunda IBM'in başkanı oldu.

I haven't read the final page of the novel yet. - Romanın son sayfasını henüz okumadım.

sonun başlangıcı
the beginning of the end
son
finish

Having finished my work, I left the office. - İşimi bitirdikten sonra bürodan ayrıldım.

A few minutes after he finished his work, he went to bed. - İşini bitirdikten birkaç dakika sonra, o yatmaya gitti.

son
result

Many diseases result from poverty. - Çoğu hastalık yoksulluktan sonuçlanır.

On the whole I am satisfied with the result. - Bütün olarak ben sonuçtan memnunum.

son
conclusion

I came to the conclusion that I had been deceived. - Ben aldatılmış olduğum sonucuna vardım.

We came to the conclusion that we should help him. - Ona yardım etmemiz gerektiği sonucuna vardık.

son
supreme

It made me supremely happy. - Bu beni son derece mutlu etti.

son
last; recent; latest; final; definitive; last; end, conclusion, close; ending; final; expiration; end, death; result; breakup; placenta, afterbirth
son
{i} close

He went to the store at the last minute, just before it closed. - O, tam kapanmadan önce, o son dakikada dükkâna gitti.

Tom closed his diary after writing about that day's events. - Tom, o günkü olaylar hakkında yazdıktan sonra günlüğü kapattı.

son
{s} late

He returned home three hours later. - Üç saat sonra eve geri döndü.

Hurry up, or you will be late for the last train. - Acele et, yoksa son treni kaçıracaksın.

son
{i} ending

Most Hollywood movies have a happy ending. - Birçok Hollywood filmleri mutlu bir sona sahiptir.

He talked about ending the war in Korea. - Kore'deki savaşa son verme hakkında konuştu.

Son
to
son
bottom

Tom sat at the bottom of the stairs wondering what he should do next. - Tom daha sonra ne yapması gerektiğini merak ederek merdivenlerin alt kısmında oturdu.

I bet my bottom dollar he is innocent. - Onun masum olduğuna son dolarıma bahse girerim.

son
(Bilgisayar) in the last

Tom has been convicted of drunken driving twice in the last four years. - Tom son dört yılda iki kez alkollü araba sürmekten mahkûm edildi.

This town hasn't changed much in the last ten years. - Bu kasaba son on yıl içerisinde çok fazla değişmedi.

son
lattermost
son
cross-section
son
foot

It is fun playing football after school. - Okuldan sonra futbol oynamak eğlencelidir.

When I was 17, I injured myself playing football. I collided with someone and as a result of this I broke some of my teeth. - 17 yaşındayken, futbol oynarken kendimi yaraladım. Birisiyle çarpıştım ve bunun sonucu olarak dişlerimden bazılarını kırdım.

son
kiss-off
son
tail
son
(deyim) fag-end
son
end-all
son
lag end
son
all in all

All in all, how many different schools have you attended? - Sonuçta, kaç tane farklı okula devam ettin?

All in all, after ten years of searching, my friend got married to a girl from the Slantsy region. - Her şeyi düşünerek, on yıllık araştırmadan sonra, arkadaşım Slantsy bölgesinden bir kızla evlendi.

son
aftermath
son
culminate

The European Union is set up with the aim of ending the frequent and bloody wars between neighbours, which culminated in the Second World War. - Avrupa Birliği, ikinci dünya savaşı ile sonuçlanan sık ve kanlı komşu devletler arasındaki savaşları bitirme amacıyla kuruldu.

The celebrations culminated in a spectacular fireworks display. - Kutlamalar muhteşem bir havai fişek gösterisi ile sonuçlandı.

son
expiree
son
death

He was the only recourse for his family after his father's death. - O, babasının ölümünden sonra ailesi için baş vurulacak tek kişiydi.

He took charge of the firm after his father's death. - O, babasının ölümünden sonra firmanın sorumluluğunu üstüne aldı.

son
tip
son
inappellable
son
expire

My driver's license expires at the end of this month. - Sürücü lisansım bu ayın sonunda sona eriyor.

This offer expires on August 15, 1999. - Bu teklif 15 Ağustos 1999 yılında sona erecek.

son
breakup
son
(Tıp) secundines
son
the last

Yesterday was the last day of school. - Dün okulun son günüydü.

Saturday is the last day of the week. - Cumartesi, haftanın son günüdür.

son
terminatory
son
firm

Last summer, I finally left the firm that I had joined twelve years before. - Geçen yaz, sonunda on iki yıl önce katılmış olduğum firmadan ayrıldım.

After fifteen years at a building firm, Bill Pearson was given the responsible position of area manager. - Bir inşaat şirketinde on beş yıldan sonra, Bill Pearson'a sorumlu bölge müdürü pozisyonu verildi.

son
concluding

Members of the board will meet for a concluding session on March 27, 2013. - Yönetim kurulu üyeleri, 27 Mart 2013 tarihinde bir sonuç oturumu için bir araya gelecek.

I was too hasty in concluding that he was lying. - Onun yalan söylediği sonucuna varmada çok aceleci davrandım.

son
utter

Tom was utterly disappointed. - Tom son derece hayal kırıklığına uğradı.

He was utterly perplexed. - O son derece şaşırmıştı.

son
desistence
son
(Tıp) sone

I heard there were many double suicides in Sonezaki. - Sonezaki'de birçok çift intihar olduğunu duydum.

Monica Sone was a Japanese-American writer. - Monica Sone, Japon asıllı Amerikalı bir yazardı.

son
lag
son
water

The water pipes froze and then burst. - Su boruları dondu ve sonra patladı.

I needn't have watered the flowers. Just after I finished, it started raining. - Çiçekleri sulamama gerek yoktu. Bitirdikten hemen sonra yağmur yağmaya başladı.

son
desition
son
(Denizbilim) boundary
son
{i} sunset

We arrived about forty-five minutes after sunset. - Gün batımından yaklaşık kırk beş dakika sonra vardık.

After Tom finished watering the plants, he sat down on the porch to enjoy the sunset. - Tom bitkileri sulamayı bitirdikten sonra, o, gün batımının keyfini çıkarmak için veranda da oturdu.

son
expiration
son
crucial

The first minutes after a heart attack are crucial. - Bir kalp krizinden sonra ilk dakikalar çok önemlidir.

son
sequel
son
latter

Love is above money. The latter can't give as much happiness as the former. - Sevgi paranın üstündedir. Sonraki önceki kadar çok mutluluk veremez.

Fish and meat are both nourishing, but the latter is more expensive than the former. - Hem balık hem de et besleyici fakat sonraki öncekinden daha pahalı.

son
termination
son
terminal

Sami learned he had terminal cancer. - Sami son aşamada bir kanseri olduğunu öğrendi.

son
closure
son
top end
son
culmination
son
doom

They fled the doomed company like rats deserting a sinking ship. - Onlar sonu gelmiş şirketten, batan gemiyi terk eden fareler gibi kaçtılar.

son
extreme

Tom is extremely thankful to Mary for her help. - Tom Mary'ye onun yardımı için son derece minnettar.

Tom is extremely busy now. - Tom şimdi son derece meşgul.

son
{s} farewell
son
last of
son
by the end

Ken will grow into his brother's clothes by the end of the year. - Ken yıl sonuna kadar erkek kardeşinin elbiselerine sığacaktır.

You will have guessed its meaning by the end of the chapter. - Bölümün sonunda onun anlamını tahmin etmiş olacaksınız.

son
bedrock
son
fate

In the end the two families accepted their fate. - Sonunda iki aile kaderini kabul etti.

What will happen in the eternal future that seems to have no purpose, but clearly just manifested by fate? - Hiçbir amacı yokmuş gibi görünen ama var olmaktan başka bir kaderi olmadığı da açık olan bir sonsuzluktaki sonsuz gelecekte neler olacak?

son
curtains

The room looks different after I've changed the curtains. - Perdeleri değiştirmemden sonra oda farklı görünüyor.

son
nth
son
definitive
son
full

There needs to be a full stop at the end of a sentence. - Bir cümlenin sonunda nokta olması gerekir.

I'm working full time in a bookshop until the end of September. - Eylül sonuna kadar bir kitapçıda tam gün çalışıyorum.

son
conclusive
son
tail end
son
afterbirth; placenta
son
end , final , last
son
full stop

Please add a full stop at the end of your sentence. - Lütfen cümlenizin sonuna bir nokta ekleyin.

One should add a full stop at the end of the sentence. - Cümlenin sonunda nokta konulmalı.

son
finishing

I'll add the finishing touches. - Son rötuşları ekleyeceğim.

Tom added a few finishing touches to the painting. - Tom tabloya birkaç son rötuşları ekledi.

son
extremity
son
denouement
son
secundine
son
last; final; the most recent
son
omega
son
afterbirth
son
kiss off
son
quietus
son
lastly, last, at the end, after all the others
son
ruination
son
expiry
son
finis

Apply two coats of the paint for a good finish. - İyi bir sonuç için iki tabaka boya uygula.

I'll come over after I finish the work. - İşi bitirdikten sonra uğrayacağım.

son
end, conclusion, termination
son
(Hukuk) outcome

You must appropriately review the outcome of your bargain. - Pazarlığının sonucunu uygun bir şekilde gözden geçirmelisin.

What was the outcome of the election? - Seçimin sonucu neydi?

son
epilogue
son
{i} upshot
son
{i} issue

The latest issue of the magazine will come out next Monday. - Derginin son basımı gelecek pazartesi yayınlanacak.

son
kibosh
son
dernier
son
fine

It's going to be fine this afternoon. - Bu öğleden sonra hava güzel olacak.

Effort produces fine results. - Çaba güzel sonuçlar üretir.

English - English

Definition of sonun in English English dictionary

SON
SupraOptic Nucleus
SON
socked on the nose
SON
Sonora, a state of Mexico
Son
Jesus Christ, whom Christians believe to be the son of God
son
A male child, a boy or man in relation to his parents; one's male offspring

The Chinese and Indians say all too often: I want a son, not a daughter..

son
A male adopted person in relation to his adoption parents
son
{i} male child, male offspring
son
{n} a male-child, native, descendant
son
(Service Order Number): The SON is the number issued by the local exchange carrier to confirm the order for the ISDN service It provides a matching number for cross referencing the order to the phone company
son
the divine word of God; the second person in the Trinity (incarnate in Jesus)
son
A man, especially a famous man, can be described as a son of the place he comes from. New Orleans's most famous son, Louis Armstrong. sons of Africa
son
feelings Some people use son as a form of address when they are showing kindness or affection to a boy or a man who is younger than them. Don't be frightened by failure, son
son
a male human offspring; "their son became a famous judge"; "his boy is taller than he is"
son
A familiar address to a male person from an older or otherwise more authoritative person
son
A male person who has such a close relationship with an older or otherwise more authoritative person that he can be regarded as a son of the other person
son
A missionary for whom one acted as trainer
son
the divine word of God; the second person in the Trinity (incarnate in Jesus) a male human offspring; "their son became a famous judge"; "his boy is taller than he is
son
A male descendant, however distant; hence, in the plural, descendants in general
son
A male descendant
son
Someone's son is their male child. He shared a pizza with his son Laurence Sam is the seven-year-old son of Eric Davies They have a son
son
A male person considered to have been significantly shaped by some external influence
son
Jesus Christ, the Savior; called the Son of God, and the Son of man
son
The produce of anything
son
The Son is the Source of Reason, LOGOS, in the universe There is only one Son, one Reason, one LOGOS, one Christ (Traditionally, the LOGOS in John 1 1 was translated as "the Word," but the Greek LOGOS can also be translated as "Reason ")
son
Any young male person spoken of as a child; an adopted male child; a pupil, ward, or any other young male dependent
son
A male child; the male issue, or offspring, of a parent, father or mother
son
equals
son
The SON is the number issued by the local exchange carrier to confirm the order for the ISDN service It provides a matching number for cross referencing the order to the phone company
son
male child, as in: He brought his son and daughter to work today to teach them about our industry
son
A Cuban dance similar to the Bolero except that it is wilder in rhythmic accent and more violent in step pattern It is the Son which first served as a basis for the Mambo which in turn became the triple Mambo, now known as Cha Cha This slow rhythmic dance was originally in 2/4 time It became Americanized and is usually played in 4/4 time
son
but
son
An early style of Cuban dance music, resulting from the blending of African and Spanish influences; the root of most of the familiar styles of Afro-Cuban dance music It was played by small bands, using guitar or tres, maracas, guiro, claves, bongo, and other instruments
son
One important form the the merging of African and Spanish influences resulted in, it is the root of most familiar styles of Afro-Cuban dance music A blend of the music of the spanish farmers (campesinos) and African slaves, it is believed to have originated in Oriente (the eastern province of Cuba) toward the end of the 19th century (slavery was abolish in 1878) It was played by small bands, using guitar or tres, maracas, guiro, claves, bongo, a marimbula and a botija The more urban style played in Havana at the beginning of the century became a national style in 1920
son
Most influential Cuban style initiated in the second half of the nineteenth century in the eastern province of Oriente It combines Spanish elements of the Canci n style and instruments with African rhythm and percussion Early forms were interpreted by the Campesinos and developed by the Changui groups
son
abbr Service Order Number
son
A native or inhabitant of some specified place; as, sons of Albion; sons of New England
son
Summary of Need
son
The son is perhaps the oldest and certainly the classic Afro-Cuban form, an almost perfect balance of African and Hispanic elements Originating in Oriente province, it surfaced in Havana around World War I and became a popular urban music played by string-and-percussion quartets and septetos Almost all the numbers Americans called rumbas were, in fact, sones "El Manicero" ("The Peanut Vendor") was a form of son derived from the street cries of Havana and called a pregon The rhythm of the son is strongly syncopated, with a basic chicka-CHUNG pulse
son
A male child, a boy or man in relation to his parents; ones male offspring
Turkish - Turkish

Definition of sonun in Turkish Turkish dictionary

Son
nihayet

Nihayet doktorun sekreteri Tom'un adını seslendi. - Sonunda doktorun sekreteri Tom'un ismini çağırdı.

Tom nihayet eşcinsel olduğunu itiraf ettiğinde herkes zaten onun eşcinsel olduğunu biliyordu. - Tom sonunda kabullenmeye karar verdiğinde herkes zaten onun eşcinsel olduğunu biliyordu.

Son
münteha
son
En arkada bulunan
son
Artık ondan ötesi veya başkası olmayan
son
Olum. Olanca: "Son kuvvetiyle: Ya Ali! diye bağırdı
son
Etene
son
Plasenta
son
Şimdiki zamana en yakın zamandan beri olan veya bu zamanda yapılmış, olmuş olan, ilk karşıtı
son
"- M
son
Şimdiki zamana en yakın zamandan beri olan veya bu zamanda yapılmış, olmuş olan, ilk karşıtı: "Gündüzün son ışıklarıyla beraber sanki odadan eşya da çekiliyordu."- P. Safa
son
Bir şeyin en arkadan gelen bölümü, bitimi, nihayet
son
Olanca
son
Levent Kırca'nın yönettiği bir film
son
Ses gürlüğü birimi
son
En son, bitiş nihayet
son
Olum
son
Artık ondan ötesi veya başkası olmayan: "Son altı karıncayı Kadırga meydanında birkaç yıl evvel görmüştüm."- H. A. Yücel
son
Etene, eş, döl eşi, meşime, plasenta
son
(Osmanlı Dönemi) ahir
English - Turkish

Definition of sonun in English Turkish dictionary

son
oğul

O, oğullarına kötü davrandı. - He behaved badly to his sons.

O, arazisini oğulları arasında dağıttı. - He distributed his land among his sons.

son
erkek evlat.oğul
son
{i} çocuk

Bir çocuk bir şarkıdan daha çabuk ne öğrenir? - What will a child learn sooner than a song?

Şarkı söyleyen çocuk benim erkek kardeşimdir. - The boy singing a song is my brother.

son
it oğlu it
son
Hay Allah
son
evladım
son
piç oğlu piç
son
Hazreti İsa
son
{i} oğul, erkek evlat
son
son of a gun it kırıntısı
son
oğlu

Aptal oğlumun ne yaptığını biliyor musun? Şimdi bile o üniversiteden mezun olup iş bulmak yerine tüm zamanını pachinko oynayarak geçiriyor. - You know what my idiot son's doing? Even now he's graduated from university he spends all his time playing pachinko instead of getting a job.

Onun oğlu ünlü bir piyanist oldu. - His son became a famous pianist.

son
oğlum

Aptal oğlumun ne yaptığını biliyor musun? Şimdi bile o üniversiteden mezun olup iş bulmak yerine tüm zamanını pachinko oynayarak geçiriyor. - You know what my idiot son's doing? Even now he's graduated from university he spends all his time playing pachinko instead of getting a job.

Oğlumuz savaşta öldü. - Our son died during the war.

son
{i} erkek evlât

Tom bana onun için bir erkek evlat gibi olduğumu söyledi. - Tom told me I was like a son to him.

Tom bana bir erkek evlat gibi. - Tom is like a son to me.

son
ibn
son
mahdum
sonun
Favorites