sonun

listen to the pronunciation of sonun
Turkish - English

Definition of sonun in Turkish English dictionary

son
ultimate

Who will ultimately decide? - Eninde sonunda kim karar verecek?

Such considerations ultimately had no effect on their final decision. - Bu tür düşüncelerin sonuçta onların nihai kararı üzerinde herhangi bir etkisi olmamıştır.

son
recent

Recently, he's been drinking too much. - Son zamanlarda, o çok fazla içki içiyor.

I've been sluggish recently. - Son zamanlarda tembelleştim.

son
end

There will be an economic crisis at the end of this year. - Bu yılın sonunda bir ekonomik kriz olacak.

Is there any end in sight to the deepening economic crisis? - Derinleşen ekonomik krizin görünürde bir sonu var mı?

son
{s} latest

I just bought the latest version of this MP3 player. - Ben az önce bu MP3 çaların en son sürümünü satın aldım.

I found his latest novel interesting. - Onun en son romanını ilginç buldum.

son
last

Date of last revision of this page: 2010-11-03 - Bu sayfanın son güncellenme tarihi: 2010.11.03

Lastly, she went to America. - Son olarak o Amerika'ya gitti.

son
final

The lioness finally gave chase to the gazelle. - Dişi aslan sonunda ceylanı kovaladı.

Because of hunger and fatigue, the dog finally died. - Açlıktan ve yorgunluktan dolayı, köpek sonunda öldü.

sonun başlangıcı
the beginning of the end
son
finish

Apply two coats of the paint for a good finish. - İyi bir sonuç için iki tabaka boya uygula.

A few minutes after he finished his work, he went to bed. - İşini bitirdikten birkaç dakika sonra, o yatmaya gitti.

son
result

You shouldn't sleep with a coal stove on because it releases a very toxic gas called carbon monoxide. Sleeping with a coal stove running may result in death. - Kömür sobasıyla uyumamalısınız. Çünkü karbonmonoksit olarak adlandırılan çok zehirli bir gaz içerir. Kömür sobasıyla uyumak ölümle sonuçlanabilir.

If you divide any number by zero, the result is undefined. - Eğer herhangi bir sayıyı sıfıra bölerseniz, sonuç tanımsızdır.

son
conclusion

Only after a long dispute did they come to a conclusion. - Ancak uzun bir tartışmadan sonra bir sonuca vardılar.

What led you to this conclusion? - Seni bu sonuca götüren nedir?

son
supreme

It made me supremely happy. - Bu beni son derece mutlu etti.

son
last; recent; latest; final; definitive; last; end, conclusion, close; ending; final; expiration; end, death; result; breakup; placenta, afterbirth
son
{i} close

The store is closed until further notice. - Bir sonraki duyuruya kadar mağaza kapalı.

It was clear to everyone that the vote would be close. - Seçim sonucunun yakın olacağı herkes tarafından biliniyordu.

son
{s} late

He returned home three hours later. - Üç saat sonra eve geri döndü.

In late August, the Allied forces captured Paris. - Ağustos ayı sonlarında İtilâf Devletleri, Paris'i ele geçirdi.

son
{i} ending

He talked about ending the war in Korea. - Kore'deki savaşa son verme hakkında konuştu.

Most Hollywood movies have a happy ending. - Birçok Hollywood filmleri mutlu bir sona sahiptir.

Son
to
son
bottom

I'll bet my bottom dollar he'll succeed. - Onun başaracağına dair son dolarımla bahse girerim.

If your baby is prone to rashes, you may want to apply diaper cream, powder, or petroleum jelly after cleaning your baby's bottom. - Bebeğiniz pişiklere eğilimli ise, bebeğinizin altını temizledikten sonra bebek bezi kremi, toz veya vazelin uygulamak isteyebilirsiniz.

son
(Bilgisayar) in the last

In the last analysis, methods don't educate children; people do. - Son analizlerde, metotlar çocukları eğitmezler; insanlar eğitir.

This town hasn't changed much in the last ten years. - Bu kasaba son on yıl içerisinde çok fazla değişmedi.

son
lattermost
son
cross-section
son
foot

Football is a simple game. 22 men chase a ball for 90 minutes, and at the end the Germans always win. - Futbol basit bir oyundur.22 Adam bir topun peşinden 90 dakika boyunca koşar ve sonunda hep Almanların kazandığı bir oyundur.

After slapping Tom's right cheek, Mary stomped on his left foot. - Mary, Tom'un sağ yanağına tokat attıktan sonra, sol ayağının üstünde tepindi.

son
kiss-off
son
tail
son
(deyim) fag-end
son
end-all
son
lag end
son
all in all

All in all, how many different schools have you attended? - Sonuçta, kaç tane farklı okula devam ettin?

All in all, after ten years of searching, my friend got married to a girl from the Slantsy region. - Her şeyi düşünerek, on yıllık araştırmadan sonra, arkadaşım Slantsy bölgesinden bir kızla evlendi.

son
aftermath
son
culminate

The European Union is set up with the aim of ending the frequent and bloody wars between neighbours, which culminated in the Second World War. - Avrupa Birliği, ikinci dünya savaşı ile sonuçlanan sık ve kanlı komşu devletler arasındaki savaşları bitirme amacıyla kuruldu.

The celebrations culminated in a spectacular fireworks display. - Kutlamalar muhteşem bir havai fişek gösterisi ile sonuçlandı.

son
expiree
son
death

He took care of the business after his father's death. - O, babasının ölümünden sonra işle ilgilendi.

He took charge of the firm after his father's death. - O, babasının ölümünden sonra firmanın sorumluluğunu üstüne aldı.

son
tip
son
inappellable
son
expire

This offer expires on August 15, 1999. - Bu teklif 15 Ağustos 1999 yılında sona erecek.

My driver's license expires at the end of this month. - Sürücü lisansım bu ayın sonunda sona eriyor.

son
breakup
son
(Tıp) secundines
son
the last

The last straw breaks the camel's back. - Devenin belini kıran son saman çöpü.

Yesterday was the last day of school. - Dün okulun son günüydü.

son
terminatory
son
firm

After fifteen years at a building firm, Bill Pearson was given the responsible position of area manager. - Bir inşaat şirketinde on beş yıldan sonra, Bill Pearson'a sorumlu bölge müdürü pozisyonu verildi.

He took charge of the firm after his father's death. - Babasının ölümünden sonra firmanın sorumluluğunu o aldı.

son
concluding

I was too hasty in concluding that he was lying. - Onun yalan söylediği sonucuna varmada çok aceleci davrandım.

Members of the board will meet for a concluding session on March 27, 2013. - Yönetim kurulu üyeleri, 27 Mart 2013 tarihinde bir sonuç oturumu için bir araya gelecek.

son
utter

Tom looks utterly confused. - Tom son derece şaşırmış görünüyor.

Tom was utterly disappointed. - Tom son derece hayal kırıklığına uğradı.

son
desistence
son
(Tıp) sone

Monica Sone was a Japanese-American writer. - Monica Sone, Japon asıllı Amerikalı bir yazardı.

I heard there were many double suicides in Sonezaki. - Sonezaki'de birçok çift intihar olduğunu duydum.

son
lag
son
water

I don't feel well after drinking that water. - Ben o suyu içtikten sonra, iyi hissetmiyorum.

I needn't have watered the flowers. Just after I finished, it started raining. - Çiçekleri sulamama gerek yoktu. Bitirdikten hemen sonra yağmur yağmaya başladı.

son
desition
son
(Denizbilim) boundary
son
{i} sunset

We arrived about forty-five minutes after sunset. - Gün batımından yaklaşık kırk beş dakika sonra vardık.

It got cold after sunset. - Gün batımından sonra hava soğudu.

son
expiration
son
crucial

The first minutes after a heart attack are crucial. - Bir kalp krizinden sonra ilk dakikalar çok önemlidir.

son
sequel
son
latter

Love is above money. The latter can't give as much happiness as the former. - Sevgi paranın üstündedir. Sonraki önceki kadar çok mutluluk veremez.

The end of which there were two little sketches of rhetoric and logic, the latter finishing with a specimen of a dispute in the Socratic method. - Onun sonunda konuşma sanatı ve mantık ile ilgili , Socrates metodunda herhangi bir anlaşmazlık örneği ile biten ikincisinin sonunda iki küçük skeç vardı.

son
termination
son
terminal

Sami learned he had terminal cancer. - Sami son aşamada bir kanseri olduğunu öğrendi.

son
closure
son
top end
son
culmination
son
doom

They fled the doomed company like rats deserting a sinking ship. - Onlar sonu gelmiş şirketten, batan gemiyi terk eden fareler gibi kaçtılar.

son
extreme

The British people in general are extremely fond of their pets. - İngiliz halkı genel olarak evcil hayvanlarına son derece düşkündür.

Tom is extremely busy now. - Tom şimdi son derece meşgul.

son
{s} farewell
son
last of
son
by the end

The boss told his secretary to come up with a good idea by the end of the week. - Patron sekreterine hafta sonuna kadar iyi bir fikirle gelmesini söyledi.

Ken will grow into his brother's clothes by the end of the year. - Ken yıl sonuna kadar erkek kardeşinin elbiselerine sığacaktır.

son
bedrock
son
fate

The fate of the hostages depends on the result of the negotiation. - Tutsakların kaderi görüşmenin sonucuna göre değişir.

The last witness sealed the prisoner's fate. - Son tanık mahkûmun kaderini belirledi.

son
curtains

The room looks different after I've changed the curtains. - Perdeleri değiştirmemden sonra oda farklı görünüyor.

son
nth
son
definitive
son
full

The bus is full. You'll have to wait for the next one. - Otobüs dolu. Bir sonraki için beklemeniz gerekecek.

Tom had pockets full of cash after a lucky night at the casino. - Kumarhanedeki şanslı bir geceden sonra, Tom'un cepler dolusu nakiti vardı.

son
conclusive
son
tail end
son
afterbirth; placenta
son
end , final , last
son
full stop

There's a full stop missing from the end of the sentence. - Bu cümlenin sonunda bir nokta eksik.

One should put a full stop at the end of the sentence. - Biri cümlenin sonunda bir nokta koymalı.

son
finishing

Tom joined the navy after finishing college. - Tom üniversiteyi bitirdikten sonra donanmaya katıldı.

I'm adding the finishing touches now. - Ben şimdi son rötuşları yapıyorum.

son
extremity
son
denouement
son
secundine
son
last; final; the most recent
son
omega
son
afterbirth
son
kiss off
son
quietus
son
lastly, last, at the end, after all the others
son
ruination
son
expiry
son
finis

Having finished my work, I left the office. - İşimi bitirdikten sonra bürodan ayrıldım.

I'll come over after I finish the work. - İşi bitirdikten sonra uğrayacağım.

son
end, conclusion, termination
son
(Hukuk) outcome

You've got to answer for the outcome. - Sonucun hesabını vermek zorundasın.

The game's outcome hangs on his performance. - Oyunun sonucu onun performansına bağlı.

son
epilogue
son
{i} upshot
son
{i} issue

The latest issue of the magazine will come out next Monday. - Derginin son basımı gelecek pazartesi yayınlanacak.

son
kibosh
son
dernier
son
fine

It's going to be fine this afternoon. - Bu öğleden sonra hava güzel olacak.

It will be fine this afternoon. - Bu öğleden sonra hava güzel olacak.

English - English

Definition of sonun in English English dictionary

SON
SupraOptic Nucleus
SON
socked on the nose
SON
Sonora, a state of Mexico
Son
Jesus Christ, whom Christians believe to be the son of God
son
A male child, a boy or man in relation to his parents; one's male offspring

The Chinese and Indians say all too often: I want a son, not a daughter..

son
A male adopted person in relation to his adoption parents
son
{i} male child, male offspring
son
{n} a male-child, native, descendant
son
(Service Order Number): The SON is the number issued by the local exchange carrier to confirm the order for the ISDN service It provides a matching number for cross referencing the order to the phone company
son
the divine word of God; the second person in the Trinity (incarnate in Jesus)
son
A man, especially a famous man, can be described as a son of the place he comes from. New Orleans's most famous son, Louis Armstrong. sons of Africa
son
feelings Some people use son as a form of address when they are showing kindness or affection to a boy or a man who is younger than them. Don't be frightened by failure, son
son
a male human offspring; "their son became a famous judge"; "his boy is taller than he is"
son
A familiar address to a male person from an older or otherwise more authoritative person
son
A male person who has such a close relationship with an older or otherwise more authoritative person that he can be regarded as a son of the other person
son
A missionary for whom one acted as trainer
son
the divine word of God; the second person in the Trinity (incarnate in Jesus) a male human offspring; "their son became a famous judge"; "his boy is taller than he is
son
A male descendant, however distant; hence, in the plural, descendants in general
son
A male descendant
son
Someone's son is their male child. He shared a pizza with his son Laurence Sam is the seven-year-old son of Eric Davies They have a son
son
A male person considered to have been significantly shaped by some external influence
son
Jesus Christ, the Savior; called the Son of God, and the Son of man
son
The produce of anything
son
The Son is the Source of Reason, LOGOS, in the universe There is only one Son, one Reason, one LOGOS, one Christ (Traditionally, the LOGOS in John 1 1 was translated as "the Word," but the Greek LOGOS can also be translated as "Reason ")
son
Any young male person spoken of as a child; an adopted male child; a pupil, ward, or any other young male dependent
son
A male child; the male issue, or offspring, of a parent, father or mother
son
equals
son
The SON is the number issued by the local exchange carrier to confirm the order for the ISDN service It provides a matching number for cross referencing the order to the phone company
son
male child, as in: He brought his son and daughter to work today to teach them about our industry
son
A Cuban dance similar to the Bolero except that it is wilder in rhythmic accent and more violent in step pattern It is the Son which first served as a basis for the Mambo which in turn became the triple Mambo, now known as Cha Cha This slow rhythmic dance was originally in 2/4 time It became Americanized and is usually played in 4/4 time
son
but
son
An early style of Cuban dance music, resulting from the blending of African and Spanish influences; the root of most of the familiar styles of Afro-Cuban dance music It was played by small bands, using guitar or tres, maracas, guiro, claves, bongo, and other instruments
son
One important form the the merging of African and Spanish influences resulted in, it is the root of most familiar styles of Afro-Cuban dance music A blend of the music of the spanish farmers (campesinos) and African slaves, it is believed to have originated in Oriente (the eastern province of Cuba) toward the end of the 19th century (slavery was abolish in 1878) It was played by small bands, using guitar or tres, maracas, guiro, claves, bongo, a marimbula and a botija The more urban style played in Havana at the beginning of the century became a national style in 1920
son
Most influential Cuban style initiated in the second half of the nineteenth century in the eastern province of Oriente It combines Spanish elements of the Canci n style and instruments with African rhythm and percussion Early forms were interpreted by the Campesinos and developed by the Changui groups
son
abbr Service Order Number
son
A native or inhabitant of some specified place; as, sons of Albion; sons of New England
son
Summary of Need
son
The son is perhaps the oldest and certainly the classic Afro-Cuban form, an almost perfect balance of African and Hispanic elements Originating in Oriente province, it surfaced in Havana around World War I and became a popular urban music played by string-and-percussion quartets and septetos Almost all the numbers Americans called rumbas were, in fact, sones "El Manicero" ("The Peanut Vendor") was a form of son derived from the street cries of Havana and called a pregon The rhythm of the son is strongly syncopated, with a basic chicka-CHUNG pulse
son
A male child, a boy or man in relation to his parents; ones male offspring
Turkish - Turkish

Definition of sonun in Turkish Turkish dictionary

Son
nihayet

Nihayet doktorun sekreteri Tom'un adını seslendi. - Sonunda doktorun sekreteri Tom'un ismini çağırdı.

Tom nihayet eşcinsel olduğunu itiraf ettiğinde herkes zaten onun eşcinsel olduğunu biliyordu. - Tom sonunda kabullenmeye karar verdiğinde herkes zaten onun eşcinsel olduğunu biliyordu.

Son
münteha
son
En arkada bulunan
son
Artık ondan ötesi veya başkası olmayan
son
Olum. Olanca: "Son kuvvetiyle: Ya Ali! diye bağırdı
son
Etene
son
Plasenta
son
Şimdiki zamana en yakın zamandan beri olan veya bu zamanda yapılmış, olmuş olan, ilk karşıtı
son
"- M
son
Şimdiki zamana en yakın zamandan beri olan veya bu zamanda yapılmış, olmuş olan, ilk karşıtı: "Gündüzün son ışıklarıyla beraber sanki odadan eşya da çekiliyordu."- P. Safa
son
Bir şeyin en arkadan gelen bölümü, bitimi, nihayet
son
Olanca
son
Levent Kırca'nın yönettiği bir film
son
Ses gürlüğü birimi
son
En son, bitiş nihayet
son
Olum
son
Artık ondan ötesi veya başkası olmayan: "Son altı karıncayı Kadırga meydanında birkaç yıl evvel görmüştüm."- H. A. Yücel
son
Etene, eş, döl eşi, meşime, plasenta
son
(Osmanlı Dönemi) ahir
English - Turkish

Definition of sonun in English Turkish dictionary

son
oğul

Tom oğullarını öldüren kaza için Mary'yi suçladı. - Tom blamed Mary for the accident that killed their son.

O, oğullarına kötü davrandı. - He behaved badly to his sons.

son
erkek evlat.oğul
son
{i} çocuk

Bir çocuk bir şarkıdan daha çabuk ne öğrenir? - What will a child learn sooner than a song?

Şarkı söyleyen çocuk benim erkek kardeşimdir. - The boy singing a song is my brother.

son
it oğlu it
son
Hay Allah
son
evladım
son
piç oğlu piç
son
Hazreti İsa
son
{i} oğul, erkek evlat
son
son of a gun it kırıntısı
son
oğlu

Onun oğlu ünlü bir piyanist oldu. - His son became a famous pianist.

Aptal oğlumun ne yaptığını biliyor musun? Şimdi bile o üniversiteden mezun olup iş bulmak yerine tüm zamanını pachinko oynayarak geçiriyor. - You know what my idiot son's doing? Even now he's graduated from university he spends all his time playing pachinko instead of getting a job.

son
oğlum

Oğlumuz savaşta öldü. - Our son died during the war.

Benim bir oğlum ve bir de kızım var. Oğlum New York'ta ve kızım da Londra'da. - I have a son and a daughter. My son is in New York, and my daughter is in London.

son
{i} erkek evlât

O, şimdiye kadar sahip olduğumuz tek erkek evlat. - He is the only son that we have ever had.

Tom mükemmel erkek evlattır. - Tom is the perfect son.

son
ibn
son
mahdum
sonun
Favorites