Güneş enerjisinden bahsedelim.
- Let's talk about solar energy.
Eski Yunanlar güneş sistemi hakkında bizim bildiğimiz kadar çok şey biliyorlardı.
- The ancient Greeks knew as much about the solar system as we do.
Şimdiye kadar, eyleminiz tamamen sebepsiz görünmektedir.
- So far, your action seems completely groundless.
Biz şimdiye kadar bunun üstesinden gelemedik.
- We haven't been able to handle this so far.
Çocuklarımı yetiştireceğim böylece hurafeden korunmuş olacaklar.
- I will raise my children so that they will be protected from superstition.
Vücut için uygun bir cenaze yap böylece ruh cennete ulaşabilir.
- Have a proper funeral for the body so that the soul can reach to heaven.
Dolma kalemlere, defterlere ve buna benzer şeylere ihtiyacım var.
- I need pens, notebooks and so on.
O, şu ana kadar oldukça mutlu.
- So far, he has been extremely happy.
Şu ana kadar Texas'ı nasıl buldunuz?
- How do you like Texas so far?
Kız kardeşim kavun sever ve ben de.
- My sister likes melons and so do I.
O jazz sever, ve ben de öyle.
- He likes jazz, and so do I.
Bildiğim kadarıyla, o iyi bir adam.
- He is, so far as I know, a good guy.
Bildiğim kadarıyla böyle bir sözcük yok.
- So far as I know, there is no such word.
Burada kaldığın sürece güvendesin.
- You are safe so long as you stay here.
Yaşadığım sürece, bir şey istemeyeceksin.
- So long as I live, you shall want for nothing.
Niçin bu kadar çok insan Kyoto'yu ziyaret ediyor?
- Why do so many people visit Kyoto?
Neden her zaman bu kadar çok soru soruyorsun?
- Why do you always ask so many questions?
O kadar çok televizyon izlemeseydi, çalışmak için daha fazla zamanı olurdu.
- If he did not watch so much television, he would have more time for study.
Para için o kadar çok kaygılanma.
- Don't worry about money so much.
Sizi çok güldürecek ne oldu?
- What happened to make you laugh so much?
Diğerlerine çok fazla bağımlı olmamalısın.
- You must not depend so much on others.
Sabahleyin bir koşuşturmadan kaçınmak için bugün biraz geç saatlere kadar çalışacağım.
- Today I'm working a little late so as to avoid a rush in the morning.
İnsanların hepsi küçük bir çocuk İmparator çıplak! deyinceye kadar aptal görünmemek için ona gerçeği söylemeden imparatorun giysilerini övdü.
- The people all praised the emperor's clothes without telling him the truth so as not to seem stupid, until a little boy said, The emperor is naked!
Sadece o kadar uzaklaşabilirsin.
- You can only go so far.
Başaramamışsa ne olmuş yani?
- If he fails, so what?
Evet, onu öptüm. Ne olmuş?
- Yes, I kissed him. So what?
Başaramamışsa ne olmuş yani?
- If he fails, so what?
Biz yoğun trafikten kaçınmak amacıyla, Noel için evde kaldık.
- We stayed home for Christmas, so as to avoid heavy traffic.
Randevuma geç kalmamak için otobüse bindim.
- I took a bus so as not to be late for my appointment.
Trene zamanında yetişmek için acele etti.
- He hurried so as to be in time for the train.
O, zamanında varmak için koştu.
- He ran, so as to arrive on time.
Sabahleyin bir koşuşturmadan kaçınmak için bugün biraz geç saatlere kadar çalışacağım.
- Today I'm working a little late so as to avoid a rush in the morning.
Şimdiye dek harika bir hayat yaşadım.
- I've had a great life so far.
Altıdan sonra olmak şartıyla herhangi bir zamanda olur.
- Any time will do so long as it is after six.
Nasıl oluyor da Japon tarihi hakkında o kadar çok şey biliyorsun?
- How come you know so much about Japanese history?
O kadar çok sigara içmemeni tercih ederim.
- I'd rather you didn't smoke so much.
O, adeta, sudan çıkmış balık gibi.
- He is, so to speak, a fish out of water.
O takdirde, öyle olsun.
- In that case, so be it.
insofar as (or that), to the extent that, to such an extent.
Güllerin çok yakında çiçek açacağını sanmıyorum.
- I don't think the roses will bloom so soon.
Buraya çok yakında varacağını düşünmedim.
- I didn't think you'd get here so soon.
Hoşça kal ve tüm balıklar için teşekkürler!
- So long, and thanks for all the fish!
Şimdilik hoşça kal, sonra görüşürüz.
- So long, see you later.
Saçları yere ulaşacak kadar uzundu.
- Her hair was so long as to reach the floor.
Üç kişi, onlardan ikisi ölene kadar bir sırrı saklayabilir.
- Three people can keep a secret so long as two of them are dead.
Kuniko hayatında daha önce hiç bu kadar çok içmedi.
- Kuniko has never drunk so much before in her life.
Lenny'nin nasıl çiğnemeden veya boğulmadan tam bir sosisli sandvici yutabildiğine bak? Bu nedenle üst idare onu bu kadar fazla sever.
- See how Lenny can swallow an entire hot dog without chewing or choking? That's why upper management loves him so much.
Hasta yardım almanın ötesindeydi, onun için doktorlar daha fazlasını yapamadı.
- The patient was quite beyond help, so that the doctors could do no more.
Herkes beni duyabilsin diye yüksek sesle konuştum.
- I spoke loudly so that everyone could hear me.
Ek olarak yaşlılar birbirleriyle sosyalleşebilsin ve Amerikan hayatının aktif üyeleri olarak kalabilsinler diye birçok topluluk kurulmuştur.
- In addition many groups have been formed so that the elderly can socialize with one another and remain active participants in American life.
Tabiri caizse, bunlar savaş kurbanlarıydı.
- These were victims of war, so to speak.
Tabiri caizse, o yürüyen bir sözlüktür.
- He is, so to speak, a walking dictionary.
Ev güneş enerjisi ile ısıtılmaktadır.
- The house is heated by solar energy.
Güneş enerjisinden bahsedelim.
- Let's talk about solar energy.
You are responsible for this, is that not so?.
But if I had been more fit to be married, I might have made you more so too.
It’s not so bad.
I need a piece of cloth so long.
That is so not true!.
You park your car in front of my house every morning. So?.
So, there was this squirrel stuck in the chimney.
Is he so?.
Place the napkin on the table just so.
He wanted a book, so he went to the library.
Eat your broccoli so you can have dessert.
So be it, then. Born in throes, 't is fit that man should live in pains and die in pangs. So be it, then! Here's stout stuff for woe to work on. So be it, then.
How is your driving lessons? - So far, pretty good.
I don't mind if he stays there, so long as he cleans up after himself when he's done.
I am honored and humbled to stand here, where so many of America's leaders have come before me, and so many will follow.
But the fact of the matter is, there's only so many people we can take, it's time to take Canada over there.
There is only so much you can remember.
So much, he replied, sprinkling a small pile of the powder on the table.
Identical twins are so much alike, it is difficult to identify them.
There has been so much snow, I can't open the door.
Without so much as asking, he walked into the office and started digging through their files.
Well, I guess it'll never work. So much for that idea.
He seized his axe, which he had made very sharp, and as the leader of the wolves came on the Tin Woodman swung his arm and chopped the wolf's head from its body, so that it immediately died.
Well, well, I'll break your vase in return, so there.
I lost my old red shoes. - So what? Get a new pair.
I have nothing more to say to you, Tommy, and so much for that, Mary said angrily.
He was injured in his left leg in the accident.
- O, kazada sol bacağından yaralandı.
She writes with her left hand.
- O, sol eliyle yazı yazar.
Tom is wearing a faded blue shirt.
- Tom soluk bir mavi gömlek giyiyor.
Faded jeans are still in fashion.
- Soluk pantolonlar hâlâ modadır.
Faded jeans are still in fashion.
- Soluk pantolonlar hâlâ modadır.
She was dressed in a faded cotton skirt.
- O, soluk bir pamuk etek giymişti.
A flower in the garden is wilting.
- Bahçedeki bir çiçek soluyor.
The daffodils are starting to wilt.
- Nergisler solmaya başlıyor.
The flowers in the vase were wilted.
- Vazodaki çiçekler soldu.
The flowers in his garden have withered.
- Bahçedeki çiçekler soldu.
Because of the drought, the grass has withered.
- Kuraklıktan dolayı, çim soldu.
The wardrobe stood to the left of the door.
- Gardırop kapının solunda duruyordu.
The computer is placed to the left of the women.
- Bilgisayar kadınların sol tarafına yerleştirildi.
I tried to write with my left hand.
- Ben sol elimle yazmaya çalıştım.
She writes with her left hand.
- O, sol eliyle yazı yazar.
He looks pale. He must have drunk too much last night.
- O solgun görünüyor. O dün gece çok içmiş olmalı.
Arabic must be read from right to left.
- Arapça sağdan sola doğru okunmalıdır.