Harshness should be avoided in those cases.
- Bu tür durumlarda, sertlikten kaçınılmalı.
We must adapt to today's harsh realities.
- Bugünün sert gerçeklerine adapte olmalıyız.
In this harsh, petty world where money does the talking, his way of life is like a breath of fresh air.
- Paranın konuştuğu bu sert, küçük dünyada, onun hayat tarzı derin bir nefes taze hava gibi.
The new TV host is a little rigid.
- Yeni televizyon sunucusu biraz sert.
The frame of the machine should be rigid.
- Makinenin iskeleti sert olmalı.
Diamond is essentially hard.
- Elmas doğal olarak serttir.
The book is available in both hard and soft-cover versions.
- Bu kitabın hem sert hem de yumuşak kapak sürümleri mevcuttur.
Their muscles are stiff.
- Onların kasları sert.
Tom has a stiff neck.
- Tom'un ense sertliği var.
So, players were often seriously injured and sometimes even killed in these rough games.
- Bu sert oyunlarda oyuncular sıklıkla ciddi olarak yaralanır ve hatta bazen ölürdü.
Don't be so rough on yourself.
- Kendine bu kadar sert olma.
Silvia had a stern father who never praised her.
- Silvia'nın onu övmeyen sert bir babası vardı.
Our teacher is at once stern and kindly.
- Bizim öğretmenimiz hem sert hem de yumuşak huyludur.
When water freezes and becomes solid, we call it ice.
- Su donduğunda ve sertleştiğinde, biz buna buz deriz.
The look on my boss's face was severe.
- Patronumun yüzündeki ifade sertti.
Severe weather frightens people.
- Sert hava insanları korkutur.
I have a bad stiff neck.
- Benim kötü bir sert ensem var.
A strong wind was blowing.
- Sert bir rüzgar esiyordu.
Not only were there strong winds yesterday, but also it rained heavily.
- Dün sert rüzgarların yanı sıra, yoğun yağmur yağdı.
No one can work under such brutal conditions.
- Böyle sert koşullar altında hiç kimse çalışamaz.
The uprising was brutally suppressed.
- İsyan çok sert bir biçimde bastırıldı.
It's no use playing tough.
- Sert oynamanın bir faydası yok.
The elephant's skin is very tough.
- Filin derisi çok serttir.
Tom was a bitter old man who was sick of life.
- Tom hayattan bıkmış sert yaşlı bir adamdı.
Tom said that Mary wasn't bitter.
- Tom, Mary'nin sert olmadığını söyledi.
I hear the competition is pretty fierce.
- Yarışmanın oldukça sert olduğunu duydum.
It is said that the Sentinelese are extremely fierce people.
- Sentinel yerlilerinin oldukça sert insanlar olduğu söylenilmektedir.
They're not all violent.
- Onların hepsi sert değil.
I'm not a violent person.
- Ben sert bir insan değilim.
This steak is as tough as shoe leather.
- Bu biftek ayakkabı derisi kadar sert.
The rule is utterly inflexible.
- Kural tamamen serttir.
Tom and Mary had an acrimonious divorce and custody battle for their children.
- Tom ve Mary'nin çocukları için sert bir boşanma ve velayet savaşı vardı.
Divorce can put mutual friends of the divorcing couple in a difficult position, particularly if it's an acrimonious split.
- Boşanmalar, boşanan çiftlerin ortak arkadaşlarını zor durumda bırakabilir, özellikle de ayrılık sert ve tantanalı olmuşsa.
It was piercingly cold outside.
- Dışarıda çok sert bir soğuk vardı.
In this harsh, petty world where money does the talking, his way of life is like a breath of fresh air.
- Paranın konuştuğu bu sert, küçük dünyada, onun hayat tarzı derin bir nefes taze hava gibi.
In this line of work, if you make a grim face the customers won't come.
- Bu iş sırasında, sert surat yaparsan, müşteriler gelmez.
Alice was frightened of her strict mother.
- Alice sert annesinden korkmuştu.
Our teacher is strict, and yet, he is kind.
- Öğretmenimiz serttir ve henüz o kibardır.
The prouder the individual, the harsher the punishment.
- Birey ne kadar gururlu olursa, ceza o kadar sert olur.
The wind blew harder yet when we reached the top of the hill.
- Tepenin üstüne ulaştığımızda rüzgar daha da sert esti.
Iron is harder than gold.
- Demir altından daha serttir.