Tom suffers from multiple sclerosis.
- Tom çoklu doku sertleşmesinden muzdarip.
In this harsh, petty world where money does the talking, his way of life is like a breath of fresh air.
- Paranın konuştuğu bu sert, küçük dünyada, onun hayat tarzı derin bir nefes taze hava gibi.
She's a harsh critic.
- O sert bir eleştirmen.
The new TV host is a little rigid.
- Yeni televizyon sunucusu biraz sert.
He is rigid in his views.
- O, görüşlerinde serttir.
The wind blew harder yet when we reached the top of the hill.
- Tepenin üstüne ulaştığımızda rüzgar daha da sert esti.
Diamond is essentially hard.
- Elmas doğal olarak serttir.
Tom has a stiff neck.
- Tom'un ense sertliği var.
I walked till my legs got stiff.
- Bacaklarım sertleşinceye kadar yürüdüm.
So, players were often seriously injured and sometimes even killed in these rough games.
- Bu sert oyunlarda oyuncular sıklıkla ciddi olarak yaralanır ve hatta bazen ölürdü.
The bark of this tree is very rough.
- Bu ağacın kabuğu çok sert.
Her stern look got him to quit talking.
- Onun sert görünümü onu konuşmaktan vazgeçirdi.
He looks stern, but actually he's very kind.
- Sert gözüküyor, ama aslında çok kibardır.
When water freezes and becomes solid, we call it ice.
- Su donduğunda ve sertleştiğinde, biz buna buz deriz.
Jack is very severe with his children.
- Jack çocuklarına çok serttir.
The look on my boss's face was severe.
- Patronumun yüzündeki ifade sertti.
I have a bad stiff neck.
- Benim kötü bir sert ensem var.
The wind still blows strongly.
- Rüzgar hâlâ sert esiyor.
Not only were there strong winds yesterday, but also it rained heavily.
- Dün sert rüzgarların yanı sıra, yoğun yağmur yağdı.
No one can work under such brutal conditions.
- Böyle sert koşullar altında hiç kimse çalışamaz.
The uprising was brutally suppressed.
- İsyan çok sert bir biçimde bastırıldı.
He acts like a tough guy.
- Sert bir adam gibi davranıyor.
Tom can hang tough, I am sure.
- Tom sertleşebilir, eminim.
Tom was a bitter old man who was sick of life.
- Tom hayattan bıkmış sert yaşlı bir adamdı.
We've had some bitter winters.
- Bazı sert kışlar yaşadık.
We are in a fierce competition with that company.
- Şu şirketle sert bir yarış halindeyiz.
I hear the competition is pretty fierce.
- Yarışmanın oldukça sert olduğunu duydum.
I'm not a violent person.
- Ben sert bir insan değilim.
They're not all violent.
- Onların hepsi sert değil.
This steak is as tough as shoe leather.
- Bu biftek ayakkabı derisi kadar sert.
The rule is utterly inflexible.
- Kural tamamen serttir.
Tom and Mary had an acrimonious divorce and custody battle for their children.
- Tom ve Mary'nin çocukları için sert bir boşanma ve velayet savaşı vardı.
Divorce can put mutual friends of the divorcing couple in a difficult position, particularly if it's an acrimonious split.
- Boşanmalar, boşanan çiftlerin ortak arkadaşlarını zor durumda bırakabilir, özellikle de ayrılık sert ve tantanalı olmuşsa.
It was piercingly cold outside.
- Dışarıda çok sert bir soğuk vardı.
In this harsh, petty world where money does the talking, his way of life is like a breath of fresh air.
- Paranın konuştuğu bu sert, küçük dünyada, onun hayat tarzı derin bir nefes taze hava gibi.
In this line of work, if you make a grim face the customers won't come.
- Bu iş sırasında, sert surat yaparsan, müşteriler gelmez.
She was very strict with her children.
- O çocuklarına karşı çok sertti.
Our English teacher is both strict and kind.
- İngilizce öğretmenimiz hem sert hem de naziktir.
The prouder the individual, the harsher the punishment.
- Birey ne kadar gururlu olursa, ceza o kadar sert olur.
The wind blew harder yet when we reached the top of the hill.
- Tepenin üstüne ulaştığımızda rüzgar daha da sert esti.
Iron is harder than gold.
- Demir altından daha serttir.
I think Tom is bossy.
- Tom'un sert olduğunu düşünüyorum.
Don't be so sharp with the children.
- Çocuklara karşı çok sert olma.
His answers were caustic.
- Onun cevapları sertti.
That's a redundant, caustic question.
- O gereksiz, sert bir soru.
I think Tom is going to do something drastic.
- Tom'un sert bir şey yapacağını düşünüyorum.
The situation calls for drastic measures.
- Durum sert önlemler gerektiriyor.
The company has hard and fast rules against lateness.
- Bu iş yerinde, geç kalanlar için sert ve hızlı kurallar var.
Tartar is a form of hardened dental plaque.
- Tartar sertleşmiş diş plağının bir şeklidir.
After hardening, you can use your new vase to hold flowers.
- Sertleştikten sonra, çiçeklerini muhafaza etmen için yeni vazonu kullanabilirsin.
What would you like to drink? A dry martini.
- Ne içmek isterdiniz? Sert bir martini.
I hope my last mail didn't sound too harsh.
- Benim son postanın çok sert görünmediğini umuyorum.
Iron is harder than gold.
- Demir altından daha serttir.