savaşma

listen to the pronunciation of savaşma
Turkish - English
fight
fray
combat
savaşmak
fight

Americans simply had no desire to fight. - Amerikalıların sadece savaşmak için herhangi bir arzusu yoktu.

Some were unwilling to fight. - Bazıları savaşmak için isteksiz.

savaş
warfare

Dan was an expert at psychological warfare. - Dan bir psikolojik savaş uzmanıydı.

Trench warfare characterized the 1914-1918 War. - Siper savaşı 1914-1918 savaşını simgeler.

Savaş
(isim) War

He returned home from Europe in 1941, when the war broke out. - O, 1941'de, savaş patlak verdiğinde Avrupa'dan evine döndü.

While the civil war went on, the country was in a state of anarchy. - İç savaş sırasında, ülke anarşik bir durum içindeydi.

savaş
{i} battle

Sometimes the Allies could not avoid battle. - Müttefikler bazen savaştan kaçınamadı.

He cheated death many times on the battlefield. - Savaş alanında defalarca kefeni yırttı.

savaşmak
{f} combat
savaş
{i} combat

He was sent into combat. - O, savaşa gönderildi.

The art of modern warfare does not necessarily require soldiers to be armed to the teeth to be effective as combatants. - Modern savaş sanatı dövüşçüler gibi etkili olmak için tepeden tırnağa silahlandırılacak askerleri muhakkak gerektirmez.

savaşmak
{f} conflict
savaşmak
battle
savaş
fought

I didn't know that Mr. Williams fought in the Vietnam War. - Bay Williams'ın Vietnam Savaşı'nda savaştığını bilmiyordum.

The soldiers fought valiantly, but finally they had to give in. - Askerler kahramanca savaştılar fakat sonunda teslim olmak zorunda kaldılar.

savaşmak
war

If she wants a war, she's got a war. - Savaşmak istiyorsa bir savaşı var.

A great warrior radiates strength. He doesn't have to fight to the death. - Büyük bir savaşçı güç yayar. O ölümüne savaşmak zorunda değildir.

savaşmak
make war

Bush doesn't want to make wars in order to control Central Asian oil. - Bush Orta Asya petrolünü kontrol etmek için savaşmak istemiyor.

savaşmak
fight a battle
savaşmak
{f} struggle
savaş
{i} campaign

Eisenhower had campaigned to end the war. - Eisenhower, savaşı sona erdirmek için mücadele etti.

savaş
strife
savaş
game

This game has you battle against hordes of evil stoats. - Bu oyun seni kötü gelincik sürülerine karşı savaştırır.

savaşmak
fight something
savaşmak
wage a battle
savaşmak
fight against

You have to fight against this other woman. - Bu diğer kadına karşı savaşmak zorundasın.

Everybody must unite to fight against AIDS. - Herkes AIDS'e karşı savaşmak için birleşmelidir.

savaşmak
striving
savaşmak
wage a fight
savaşmak
wage war with
savaşmak
wage war on
savaşmak
wage war
savaşmak
wage a war
savaş
action

The army was involved in a number of brilliant actions during the battle. - Ordu savaş sırasında bir dizi görkemli eylemlerde yer aldı.

Tom began to experience remorse for his actions during the war. - Tom, savaş sırasındaki eylemleri için pişmanlık duymaya başladı.

savaş
struggle

Tom and Mary struggled to make ends meet. - Tom ve Mary sonunda kavuşabilmek için savaştılar.

That fight seemed like a life-or-death struggle. - Bu savaş, bir yaşam ya da ölüm mücadelesi gibi görünüyordu.

savaş
fight

Farragut captured New Orleans without a fight. - Farragut, New Orleans'ı savaş olmadan ele geçirdi.

A great warrior radiates strength. He doesn't have to fight to the death. - Büyük bir savaşçı güç yayar. O ölümüne savaşmak zorunda değildir.

savaş
wage war
savaş
{i} crusade
savaş
hostilities
savaş
conflict

The First World War began as a regional conflict and become one of history's worst humanitarian catastrophes. - Birinci Dünya Savaşı bölgesel bir çatışma olarak başlamış ve tarihin en kötü insanlık felaketlerinden biri olmuştur.

The relationship between Islam and the West includes centuries of co-existence and cooperation, but also conflict and religious wars. - İslam ve batı arasındaki ilişki yüzyıllar süren birliktelik ve ortak çalışma fakat aynı zamanda çatışma ve din savaşları içermektedir.

savaşmak
join battle
savaş
the battle
savaşmak
campaign
savaşmak
battle for
savaş
fray
savaş
struggle, fight, striving
savaş
fighting

There was fighting in the streets. - Sokaklarda savaş vardı.

The fighting lasted one week. - Savaş bir hafta sürdü.

savaş
war; battle; fight, struggle, combat; martial
savaş
wartime

Looting, raping, and plundering are common during wartime. - Yağma, tecavüz ve talan, savaş sırasında yaygındır.

After seven years of wartime captivity, Tom was a broken man. - Yedi yıllık savaş esaretinden sonra Tom çökmüş bir adamdı.

savaşmak
to fight, battle, wage war
savaşmak
contend
savaşmak
strive against
savaşmak
wage war against
savaşmak
strive with
savaşmak
(karşı) battle against
savaşmak
to fight, to battle, to war; to fight (against) sth, to battle, to combat
savaşmak
to fight (against) (someone, something)
savaşmak
(için) battle for
savaşmak
wage war on smb
Turkish - Turkish
Savaşmak işi, muharebe
(Osmanlı Dönemi) MÜKÂFAHA
savaş
Bir şeyi ortadan kaldırmak, yok etmek amacıyla girişilen mücadele
savaş
Devletlerin diplomatik ilişkilerini keserek giriştikleri silahlı mücadele, muharebe, harp
savaş
Hayvanların birbirleriyle yaptığı mücadele
savaş
Uğraşma, kavga, mücadele
Savaş
harp
Savaş
kıtal
Savaş
kavga
Savaşmak
cenkleşmek
Savaşmak
(Osmanlı Dönemi) TEZEMMÜR
Savaşmak
uğraşmak
savaş
Devletlerin diplomatik ilişkilerini keserek giriştikleri silâhlı mücadele, harp
savaşmak
Uğraşmak, mücadele etmek: "Azmi'yi bizimle beraber gelmeğe pek güçlükle razı edebilmişizdir
savaşmak
Hatta bir kere de gazinonun kapısında bizden kaçmağa savaşmıştır."- R. N. Güntekin
savaşmak
Ordu ölçüsünde iki silahlı kuvvet karşı karşıya gelip çarpışmak, muharebe etmek
savaşmak
Uğraşmak, mücadele etmek