Definition of satisfied. in English Turkish dictionary
- contented
- memnun
O şimdi emekli, Yves memnun ve sakin bir yaşam için sabırsızlanabilir.
- Now that he's retired, Yves can look forward to a contented and placid life.
Tom asla halinden memnun değildi.
- Tom never was contented.
- satisfy
- tatmin etmek
Sami, Leyla'yı tatmin etmek için her şeyi yaptı.
- Sami did everything to satisfy Layla.
Tom'u tatmin etmek zor.
- Tom is hard to satisfy.
- satisfied
- memnun
Bütün olarak ben sonuçtan memnunum.
- On the whole I am satisfied with the result.
Ben restoranın servisinden memnun değilim.
- I'm not satisfied with the restaurant's service.
- contented
- {s} hoşnut
- satisfy
- {f} memnun etmek
Onu memnun etmek imkansızdır.
- He's impossible to satisfy.
Bazı doktorlar hastalarını memnun etmek bir şey diyecektir.
- Some doctors will say anything to satisfy their patients.
- contented
- {s} mutlu
Ne kadar zengin olursa olsun, o asla mutlu değil.
- No matter how rich he may be, he is never contented.
Tom'un mutlu olduğunu düşünüyorum.
- I think Tom is contented.
- straight
- (sıfat) düz, dik, doğru, karşı cinse ilgi duyan, dümdüz, dosdoğru, direkt, düzgün, dürüst, güvenilir, sek, katışıksız, iskontosuz, orijinal(piyes), sıradan
- satisfied
- {s} tatmin olmuş
Açıklamamdan tatmin olmuş görünüyordu.
- He seems satisfied with my explanation.
O, fakir olmasına rağmen, tatmin olmuştur.
- Although she is poor, she is satisfied.
- satisfy
- hoşnut etmek
- satisfy
- {f} 1. hoşnut etmek, memnun etmek: Nothing satisfies him; he is always complaining. Hiçbir şeyden hoşnut değil; hep şikâyet ediyor. He is not
- satisfy
- {f} doyurmak
- satisfy
- {f} cevap vermek
- satisfy
- karşılamak
Seni karşılamak için seçildim.
- I was chosen to satisfy you.
- contented
- tokgözlü
- satisfied
- memnun olmak
Öğretmen sonuçtan memnun olmaktan uzaktı.
- The teacher was far from satisfied with the result.
Tom Mary'nin çalışmasından memnun olmaktan uzaktır.
- Tom is far from satisfied with Mary's work.
- satisfied
- doymak
- satisfied
- tatmin olmak
Mary'nin tatmin olmak için her türlü sebebi vardı.
- Mary had every reason to be satisfied.
- satisfy
- kandırmak
- satisfy
- sevindirmek
- contented
- {f} gider
- contented
- doygun
- satisfied
- {f} tatmin et
Yemek onun açlığını tatmin etti.
- The meal satisfied his hunger.
Tom birkaç sandviç yiyerek açlığını tatmin etti.
- Tom satisfied his hunger by eating some sandwiches.
- satisfy
- tatmin et
Bu Tom'u tatmin etmedi ve onlar arasındaki ilişki soğudu.
- This did not satisfy Tom, and the relationship between them cooled.
Şirket her zaman müşterilerini tatmin etmeye çalışır.
- The company always strives to satisfy its customers.
- satisfy
- gidermek
- satisfy
- -e uymak
- straight
- tutucu
- satisfied
- doymuş
- satisfied
- memnu
Memnun kalmadılar mı?
- Weren't they satisfied?
Bütün olarak ben sonuçtan memnunum.
- On the whole I am satisfied with the result.
- straight
- (Oyunlar) (Poker) Kent: farklı renklerden ardışık sıralı 5 kart
- contented
- {s} halinden memnun
Tom asla halinden memnun değildi.
- Tom never was contented.
- contented
- {s} razı
- contented
- {s} hoşnut, memnun; rahat, mutlu
- contented
- {s} kanaatkâr
- contented
- tatmin et
- satisfied
- karşıla/tatmin et
- satisfied
- hoşnut
Henüz hoşnut değilim.
- I'm not satisfied yet.
Eğer yüzde 25 daha fazla gelirim olsaydı yaşamımdan daha hoşnut olurdum.
- If I had 25% more income, I'd be more satisfied with my life.
- satisfy
- {f} ikna etmek
- satisfy
- satisfying tatmin edici
- satisfy
- şartlarını yerine getirmek
- satisfy
- yetmek
- satisfy
- hoşnut etmek, memnun etmek: Nothing satisfies him; he is always complaining. Hiçbir şeyden hoşnut değil; hep şikâyet ediyor. He is not
- satisfy
- {f} yerine getirmek
- satisfy
- doyurucu
Doyurucu bir yemekti.
- It was a satisfying meal.
- satisfy
- {f} ödemek
- satisfy
- {f} inandırmak
- satisfy
- (Mukavele) sağlamak; şartlarını yerine getirmek ; memnun etmek
- straight
- (zarf) düz, doğru, dümdüz, dosdoğru, dik olarak, doğruca, direkt olarak, doğru olarak, doğrudan doğruya, düzenli biçimde, tam, tam olarak
- straight
- tam olarak
- straight
- fark gözetmez
- straight
- {s} sıradan
