It's just that simple.
- Bu sadece bu kadar basit.
He gives plain, simple explanations.
- Sade, basit açıklamalar yapar.
Explain it in plain words.
- Onu sade bir dille açıklayın.
They were plainly dressed.
- Onlar sade giyinmişlerdi.
The pulao with meat is eight yuan. The vegetarian pulao is only four yuan.
- Etli pilav sekiz yuan. Vejetaryen pilav sadece dört yuan.
The past can only be known, not changed. The future can only be changed, not known.
- Geçmiş sadece bilinir, değişmez. Gelecek ise sadece değişir, bilinmez.
This happened purely by accident.
- Bu sadece kazara oldu.
This is just pure evil.
- Bu sadece saf kötülük.
Tickets are valid for just two days, including the day they are purchased on.
- Biletler, alındığı gün de dahil olmak üzere sadece iki gün geçerlidir.
This house of ours has just been redecorated, and we haven't lived here for sixth months.
- Bizim bu evimiz sadece yeniden dekore edildi ve altı aylığına burada yaşamadık.
If you make a mistake, just cross it out neatly.
- Eğer bir hata yaparsanız, sadece düzgün bir şekilde çiziniz.
Maybe Tom is just being modest.
- Belki de Tom sadece mütevazi davranıyor.
Tom is just being modest.
- Tom sadece mütevazi oluyor.
Norwegian reggae is very cool. Simply excellent.
- Norveç Reggae'si çok harika. Sadece mükemmel.
Sarah's young friends were starting to be scared. Only she kept her cool and reassured her friends.
- Sarah'nın genç arkadaşları korkmaya başladı. Sadece o soğukkanlılığını korudu ve arkadaşlarını rahatlattı.
I'm not naive, I'm just an optimist.
- Ben saf değilim, sadece iyimserim.
It is exactly the same thing, just absolutely different.
- Bu tam olarak aynı şey, sadece tamamen farklı.
No, you are absolutely wrong. Tom is not radical but conservative. He just hates liberalism.
- Hayır, kesinlikle hatalısın. Tom radikal değil muhafazakardır. Sadece liberalizmden nefret ediyor.
Tom only does the bare minimum.
- Tom sadece en azını yapar.
Tom just barely passed the test.
- Tom testi sadece zar zor geçti.
I just got over a severe illness.
- Ben sadece ağır bir hastalık atlattım.
Tom just wanted some peace and quiet.
- Tom sadece biraz huzur ve sessizlik istedi.
Calvin Coolidge was quiet and plain-looking.
- Calvin Coolidge sessiz ve sade görünümlüydü.
Tom only wears black clothes.
- Tom sadece siyah elbiseler giyer.
Only the blackest of hearts could leave that poor kitty out on the street in the cold.
- Sadece katı kalpli biri şu zavallı yavru kediyi bu soğukta sokağa terkedebilir.
No, you are absolutely wrong. Tom is not radical but conservative. He just hates liberalism.
- Hayır, kesinlikle hatalısın. Tom radikal değil muhafazakardır. Sadece liberalizmden nefret ediyor.
The mere sight of a dog made her afraid.
- Bir köpeğin sadece bakışı onu korkuttu.
It was a mere chance that I found it.
- Onu bulmam sadece bir şanstı.
How to merely get tea?
- Sadece çay nasıl alınır?
She was merely stating a fact.
- O sadece bir gerçeği ifade ediyordu.