sadece

listen to the pronunciation of sadece
Turkish - English
just

I'm just going to rest during the summer vacation. - Yaz tatili sırasında sadece dinleneceğim.

Jazz isn't dead, it just smells funny. - Caz ölmedi, sadece komik kokuyor.

merely

How to merely get tea? - Sadece çay nasıl alınır?

She was merely stating a fact. - O sadece bir gerçeği ifade ediyordu.

solely

From the standpoint of ecology, Antarctica should be reserved solely for research, not for tourism or for commercial exploration. - Ekoloji açısından, Antarktika turizm için ya da ticari keşif için değil, sadece araştırma için korunmalıdır.

only

The pulao with meat is eight yuan. The vegetarian pulao is only four yuan. - Etli pilav sekiz yuan. Vejetaryen pilav sadece dört yuan.

The past can only be known, not changed. The future can only be changed, not known. - Geçmiş sadece bilinir, değişmez. Gelecek ise sadece değişir, bilinmez.

purely

All characters appearing in this work are fictitious. Any resemblance to real persons, living or dead, is purely coincidental. - Bu eserde görünen tüm karakterler tamamen hayal ürünüdürler. Yaşayan ya da ölü gerçek kişilere olan herhangi bir benzerlik sadece rastlantıdır.

This trip is purely for pleasure. - Bu yolculuk sadece zevk içindir.

alone

Right now, Tom just wants to be left alone. - Şu anda, Tom sadece yalnız bırakılmayı istiyor.

Please just leave me alone. I want to think. - Lütfen sadece beni yalnız bırakın. Düşünmek istiyorum.

simply

Patients often die simply because they yield to their diseases. - Hastalar çoğunlukla sadece hastalıklarına boyun eğdikleri için ölürler.

This is why Tatoeba is multilingual. But not that kind of multilingual. Not the kind where languages are simply being paired up together, and where some pairs are left behind. - Tatoeba'nın çok dilli olmasının nedeni budur. Fakat o tür çok dilli değil. Dillerin sadece birlikte eşleştirildiği ve bazı çiftlerin geride bırakıldığı tür değil.

barely

Tom just barely passed the test. - Tom testi sadece zar zor geçti.

pure and simple
none but
not only

Not only you but I also was to blame. - Sadece sen değil aynı zamanda ben de suçlanacaktım.

Not only did I eat pilaf, but I also ate kebabs. - Sadece pilav değil, kebap da yedim.

such

Why did I buy flowers? Why are you asking me such a question? I just bought them because I wanted to. - Çiçekleri niçin mi satın aldım? Niçin bana böyle bir soru soruyorsun? Onları sadece almak istediğim için aldım.

I'm just trying to figure out why someone would do such a thing. - Ben sadece birinin neden böyle bir şey yapacağını anlamaya çalışıyorum.

nothing but

It was nothing but a joke. - O sadece bir şakaydı.

Gabriel took nothing but the hot soup and a little sherry. - Gabriel sadece sıcak çorba ve biraz şeri içti.

only, solely, merely, just
itself

You have only to stand in front of the door. It will open by itself. - Sen sadece kapının önünde durmak zorundasın. O kendi kendine açılacak.

The universe exists only because of life, and everything that lives feeds itself. - Evren sadece hayattan dolayı vardır ve yaşayan her şey kendini besler.

nigh but
exclusively

Penguins live almost exclusively in the Southern Hemisphere. - Penguenler neredeyse sadece Güney Yarımküre'de yaşarlar.

I read detective stories exclusively. - Ben sadece dedektif hikayeleri okurum.

but

Her book is famous not only in England but also in Japan. - Onun kitabı sadece İngiltere'de ünlü değil, Japonya'da da ünlü.

Not only you but I also was to blame. - Sadece sen değil aynı zamanda ben de suçlanacaktım.

nothing else

I just sell newspapers, nothing else. - Ben sadece gazete satıyorum, başka bir şey satmıyorum.

You just have to wait. There's nothing else you can do. - Sadece beklemek zorundasın. Yapabileceğin başka bir şey yok.

mere

The mere thought of a snake makes me shiver. - Bir yılanı sadece düşünmek beni titretiyor.

The mere sight of a dog made her afraid. - Bir köpeğin sadece bakışı onu korkuttu.

nothing more or less than
provided

The king had only one child, and that was a daughter, so he foresaw that she must be provided with a husband who would be fit to be king after him. - Kralın sadece bir çocuğu vardı ve o bir kızdı, bu yüzden ona ondan sonra kral olmak için uygun olacak bir koca temin edilmesi gerektiğini öngördü.

nothing more than
sole

From the standpoint of ecology, Antarctica should be reserved solely for research, not for tourism or for commercial exploration. - Ekoloji açısından, Antarktika turizm için ya da ticari keşif için değil, sadece araştırma için korunmalıdır.

just in

Tom was just in Boston last week. - Tom geçen hafta sadece Boston'daydı.

You are only just in time. - Sadece sen zamanında geldin.

only if

Tom can walk only if he has his cane. - Tom sadece bastonu olursa yürüyebilir.

A is equivalent to B has the same meaning as A is true if and only if B is true. - A B ye eşittir Eğer ve sadece B gerçekse A doğrudur. ile aynı anlamı vardır.

the just
only to

I went all the way to see her only to find her away from home. - Bütün yolu sadece onun evden uzakta olduğunu anlamak için yürüdüm.

You have only to ask for his help. - Sadece onun yardımını istemek zorundasın.

the only

The only two languages Tom can speak are French and English. - Tom'un konuşabileceği iki dil sadece Fransızca ve İngilizcedir.

The only people standing in front of the building are policemen. - Sadece binanın önünde duran insanlar polis.

only when

It's only when I can't sleep at night that the ticking of the clock bothers me. - Sadece gece uyuyamadığım zamanlar saatin tik tak sesleri beni rahatsız eder.

Drink water only when you are thirsty; drinking 8 glasses a day is only a myth. - Sadece susadığında su iç; bir günde 8 bardak içmek efsanedir.

only as
plain

I'm just a plain office worker. - Ben sadece düz bir ofis çalışanıyım.

I'm just a plain old office worker. - Ben sadece düz eski bir ofis çalışanıyım.

providing
sadece kenarlardan alın
Just take some off the edges
sadece ve sadece
only if/only when/only : - "Call me only if your cold gets worse."
sadece akıl veren
armchair
sadece anneden olan akrabalık
halfblood
sadece aptallar
none but fools
sadece babadan olan kan bağı
halfblood
sadece beni ilgilendirir
that's just my bag
sadece bu değil
not only this
sadece elde yıkama
Handwash only
sadece etrafa bakıyorum
I'm just looking around
sadece eğlenmek için
just for the fun
sadece gerekli olanları yapın
Just do the essentials
sadece gönderme için kriptolanmış
(Askeri) encrypt for transmission only
sadece ikimiz
just the two of us
sadece ikincil radar verisi
(Askeri) secondary radar data only
sadece kendini merkez alan
egocentric
sadece kişisel kullanım için eşyalarım var
I only have articles for personal use
sadece kuru temizleme
dry clean only
sadece merhabalaşmak
be on nodding terms
sadece nakit
Cash only
sadece salata rica ediyorum
I would like just a salad
sadece saçlarım ucunu kesip düzeltiniz lütfen
just a trim please
sadece sen
none but you
sadece tıraş bıçağı
Razors only
sadece yelkenleri görülen
hull down
ana renklerin sadece ini ayırdedebilen
dichromatic
burası sadece yayalara açık
This is a pedestrian street only
deniz astsubay kıdemli başçavuş; sadece tamamlanmış hükümler
(Askeri) chief petty officer; complete provisions only
elektro-optik; son ofis; eşit fırsat; icra emri; sadece gözler
(Askeri) electro-optical; end office; equal opportunity; executive order; eyes only
elektronik olarak silinebilir programlanabilir ve sadece okunabilir hafıza
(Askeri) electronic erasable programmable read-only memory
hastalığın sadece kafada olduğuna inanan mezhep
Christian Science
silinebilir programlanabilir sadece okunabilir hafıza
(Askeri) erasable programmable read-only memory
Turkish - Turkish
Başka bir şey bulunmaksızın, yalnızca, ancak, sade
Başka bir şey bulunmaksızın, yalnızca, ancak, sade: "Her millette olduğu gibi, bizde de kelimeleri, şiir canlandırmış, nesir sadece kullanmıştır."- Y. K. Karaosmanoğlu
bir
(Osmanlı Dönemi) MAHZ
sadece
Favorites