Definition of sınırlandıran in Turkish English dictionary
- determinative
- a class of words, with the main function of determiner in a noun phrase. Words in the determinative class usually also have other functions. Its core members include articles and other items that fill the same slot as articles but are mutually exclusive with them, such as cardinal numbers.determiner in The Cambridge Grammar of the English Language Huddleston & Pullum, 2002. CUP. Examples include: the, this, most, any, three, etc
- An ideogram used to mark semantic categories of words in logographic scripts
- {a} decisive, conclusive, limiting
- a determining or causal element or factor; "education is an important determinant of one's outlook on life"
- a class of words, with the main function of determiner in a noun phrase. Words in the determinative class usually also have other functions. Its core members include articles and other items that fill the same slot as articles but are mutually exclusive with them, such as cardinal numbers. Examples include: the, this, most, any, three, etc
- Having power to determine; limiting; shaping; directing; conclusive
- That which serves to determine
- one of a limited class of noun modifiers that determine the referents of noun phrases
- {s} determining, defining
- having the power or quality of deciding; "the crucial experiment"; "cast the deciding vote"; "the determinative (or determinant) battle"
- sınır
- frontier
Many families left to make a new life on the frontier.
- Birçok aile sınırda yeni bir hayat kurmak için ayrıldı.
In the 1880's, this was a harsh frontier town.
- 1880'lerde burası haşin bir sınır kasabasıydı.
- sınır
- boundary
This river forms the boundary between the two prefectures.
- Bu nehir, iki il arasındaki sınırı oluşturur.
The Rhine is the boundary between France and Germany.
- Ren, Fransa ve Almanya arasındaki sınırdır.
- sınır
- verge
- sınır
- border
The path is bordered with hedges.
- Yol çitlerle sınırlanmıştır.
Border fights were common.
- Sınır kavgaları yaygındı.
- sınır
- limit
In towns, speed is limited to 50 km/h.
- Şehirlerde, hız saatte 50 km ile sınırlıdır.
We have limited resources.
- Sınırlı kaynaklarımız var.
- sınırlandıran şey
- determinative
- sınır
- limitation
Though Tom's English seems quite good at times, he doesn't seem to know his limitations and it's impossible to convince him that he's wrong when he makes a mistake.
- Tom'un İngilizcesi zaman zaman oldukça iyi görünsede, o sınırlarını biliyor gibi görünmüyor ve o bir hata yaptığında onu hatalı olduğuna ikna etmek imkansızdır.
It is important to know your own limitations.
- Kendi sınırlarını bilmen önemlidir.
- sınır
- (İnşaat) fringe
- sınır
- {i} bound
This limited express is bound for Sendai.
- Bu sınırlı ekspres Sendai'ye gider.
Such matters are beyond the bounds of human knowledge.
- Bu tip konular insanın bilgi sınırlarının ardındadır.
- sınır
- March
- sınır
- border; frontier; boundary, limit; division
- sınır
- demarkation
- sınır
- (Bilgisayar) limit to
There is no limit to human progress.
- İnsanlığın ilerlemesi için sınır yoktur.
There is no limit to human desire.
- İnsan arzusunda hiçbir sınır yoktur.
- sınır
- threshold
- sınır
- edging
- sınır
- (Bilgisayar) limit of
- sınır
- division
- sınır
- tether
- sınır
- strip
- sınır
- (Ticaret) measures
- sınır
- (Politika, Siyaset) entry
- sınır
- outskirts
- sınır
- (Politika, Siyaset) district
- sınır
- (İnşaat) contour
- sınır
- margin
The political party crossed the margin of five percent in the first polls.
- Siyasi parti ilk anketlerde yüzde beş sınırını geçti.
- sınır
- border line
- sınır
- measure
- sınır
- extreme
- sınır
- boundary line
- sınır
- borderline
Layla suffered from borderline personality disorder.
- Leyla, sınırdaki kişilik bozukluğundan muzdaripti.
- sınır
- boundary, limit
- sınır
- extremity
- sınır
- bourn
- sınır
- (Hukuk) border, entry, limit, frontier, boundary
- sınır
- deadline
Tom has a deadline to meet.
- Tom'un buluşmak için zaman sınırı var.
- sınır
- compass
- sınır
- stint
- sınır
- frontier, border
- sınır
- border , boundary , limit
- sınır
- bourne
- sınır
- confine
Soccer is not necessarily confined to men.
- Futbol zorunlu olarak erkeklerle sınırlı değildir.
Your boundaries don't confine me.
- Sizin sınırlar beni tutmaz.
- sınır
- butting
- sınır
- borderland
- sınır
- skirting
- sınır
- watershed
- sınır
- line of demarcation
- sınır
- circumscription
- sınır
- purlieu
- sınır
- pale
- sınır
- confines
- sınır
- bounds
I'm sorry, I didn't mean to overstep my bounds.
- Üzgünüm, sınırımı aşmak istemedim.
Stupidity knows no bounds.
- Aptallık hiçbir sınır tanımaz.