I'd like to wring Tom's neck.
- Tom'un boynunu sıkmak istiyorum.
It was hard to resist the impulse to wring Tom's neck.
- Tom'un boynunu sıkma dürtüsüne karşı koymak zordu.
She tried to squeeze the juice out of the orange.
- O, portakalın suyunu sıkmaya çalıştı.
She tried to squeeze the juice from the orange.
- O, portakalın suyunu sıkmaya çalıştı.
The teacher was worried by Tom's frequent absences from class.
- Öğretmen Tom'un sık sık derse gelmemesinden endişe duyuyordu.
Fiona's letters were becoming less and less frequent.
- Fiona'nın mektupları gittikçe daha az sıklıkta oluyordu.
Tom didn't want to bother Mary.
- Tom Mary'nin canını sıkmak istemiyordu.
I told Tom to quit bothering me.
- Tom'a canımı sıkmaktan vazgeçmesini söyledim.
I have to tighten these bolts.
- Bu civatayı sıkmak zorundayım.
Now all you have to do is tighten the screw, and Bob's your uncle.
- Şimdi yapman gereken tek şey vidayı sıkmak ve Bob senin amcandır.
I don't want to bore you by repeating things you already know.
- Zaten bildiğin şeyleri tekrarlayarak seni sıkmak istemiyorum.
I don't want to bore you.
- Canını sıkmak istemem.
The man was hiding in a dense forest.
- Adam sık bir ormanda saklanıyordu.
She often eats breakfast there.
- O, kahvaltısını sık sık orada yer.
I often play tennis after school.
- Okuldan sonra sıklıkla tenis oynarım.
This is one of Tatoeba's most closely guarded secrets.
- Bu, Tatoeba'nın en sıkı korunan sırlarından biridir.
This is one of Boston's most closely guarded secrets.
- Bu, Boston’un en sıkı korunan sırlarından biridir.
She does nothing but annoy me all day long.
- O bütün gün canımı sıkmaktan başka bir şey yapmaz.
He made mistakes on purpose to annoy me.
- Canımı sıkmak için hataları kasıtlı olarak yaptı.
She squeezed a lemon for tea.
- O, çay için bir limon sıktı.
She tried to squeeze the juice from the orange.
- O, portakalın suyunu sıkmaya çalıştı.
The shy boy was utterly embarrassed in her presence.
- Utangaç erkek çocuğu onun varlığında tamamen sıkıldı.
I never do anything embarrassing.
- Asla can sıkıcı bir şey yapmam.
You can't shake someone's hand with a clenched fist.
- Sıkılmış bir yumrukla kimsenin elini sıkamazsın.
Tom clenched his fists angrily.
- Tom yumruklarını öfkeyle sıktı.
Tom has a trash compactor.
- Tom'un bir çöp sıkıştırıcısı var.
The silence is oppressive.
- Sessizlik can sıkıcıdır.
Tom has a very strong handshake.
- Tom'un çok güçlü bir el sıkması var.
The forest was thick and impenetrable.
- Orman sık ve aşılmazdı.
The snow began to fall so thickly that the little boy could not see his own hand.
- Kar o kadar sık düşmeye başladı ki küçük çocuk kendi elini göremedi.
The snow began to fall so thickly that the little boy could not see his own hand.
- Kar o kadar sık düşmeye başladı ki küçük çocuk kendi elini göremedi.
Tom frequently waits until the last minute to pay his bills.
- Tom faturasını ödemek için sıkı sık son dakikaya kadar bekler.
Tom is frequently late for school.
- Tom sık sık okula geç kalır.
The closet door is stuck.
- Dolap kapısı sıkıştı.
Tom closed his eyes tightly and endured the pain.
- Tom gözlerini sık biçimde kapattı ve acıya dayandı.
I'd like to wring Tom's neck.
- Tom'un boynunu sıkmak istiyorum.