sıklaştırmak

listen to the pronunciation of sıklaştırmak
Turkish - English
to cause (things) to become densely massed
to increase the frequency of, increase the number of
thicken
sık
{s} frequent

My boss called me down for frequent absence from work. - Patronum sık sık işe gelmediğim için beni azarladı.

The teacher was worried by Tom's frequent absences from class. - Öğretmen Tom'un sık sık derse gelmemesinden endişe duyuyordu.

sık
{s} dense

The man was hiding in a dense forest. - Adam sık bir ormanda saklanıyordu.

sık
often

She often eats breakfast there. - O, kahvaltısını sık sık orada yer.

I often play tennis after school. - Okuldan sonra sıklıkla tenis oynarım.

sık
closely

This is one of Boston's most closely guarded secrets. - Bu, Boston’un en sıkı korunan sırlarından biridir.

This is one of Tatoeba's most closely guarded secrets. - Bu, Tatoeba'nın en sıkı korunan sırlarından biridir.

sıklaştırma
condensation
sık
close-timbered
sık
squeeze

I squeezed the juice out of the oranges. - Portakalların suyunu sıktım.

Tom squeezed Mary's hand. - Tom Mary'nin elini sıktı.

sık
continual
sık
clasp
sık
embarrass

She finds her parents embarrassing. - Anne ve babasını can sıkıcı buluyor.

I never do anything embarrassing. - Asla can sıkıcı bir şey yapmam.

sık
clench

You can't shake someone's hand with a clenched fist. - Sıkılmış bir yumrukla kimsenin elini sıkamazsın.

Tom clenched his fists angrily. - Tom yumruklarını öfkeyle sıktı.

sık
compact

Tom has a trash compactor. - Tom'un bir çöp sıkıştırıcısı var.

sık
oppress

The silence is oppressive. - Sessizlik can sıkıcıdır.

sık
serried
sık
{f} oppressed
sık
{f} constricting
sık
constrict
sık
{s} thick

The snow began to fall so thickly that the little boy could not see his own hand. - Kar o kadar sık düşmeye başladı ki küçük çocuk kendi elini göremedi.

The forest was thick and impenetrable. - Orman sık ve aşılmazdı.

sık
frequently as
sıklaştırma
Densification
sıklaştırma
frequently update
adımlarını sıklaştırmak
to quicken one's steps
sık
thickly

The snow began to fall so thickly that the little boy could not see his own hand. - Kar o kadar sık düşmeye başladı ki küçük çocuk kendi elini göremedi.

sık
(placing things) close together
sık
close (weave, knit)
sık
dense, thick; frequent; closely; frequently
sık
frequently

Tom frequently goes to Boston. - Tom sık sık Boston'a gider.

She was frequently late for school. - O sık sık okula geç kalırdı.

sık
placed or spaced close together; dense, thick
sık
(weaving, knitting) closely
sık
close

She closed the door tightly behind her. - O, onun arkasından kapıyı sıkıca kapattı.

Tom closed his eyes tightly and endured the pain. - Tom gözlerini sık biçimde kapattı ve acıya dayandı.

sık
constricted
sıklaştırmak
Favorites