sık(mak)

listen to the pronunciation of sık(mak)
Turkish - English
constricted
inhibited; "when modern man feels socially constricted his first impulse is to move"
inhibited; "when modern man feels socially constricted his first impulse is to move" drawn together or squeezed physically or by extension psychologically; "a constricted blood vessel"; "a constricted view of life" especially tense; especially in some dialects
drawn together or squeezed physically or by extension psychologically; "a constricted blood vessel"; "a constricted view of life"
Drawn together; bound; contracted; cramped
Contracted or compressed so as to be smaller in certain places or parts than in others
Limited by constraint, restraint, or sustained muscluar contraction Held together, forcefully shortened, or physically tight
Narrowed or restricted range, as in emotion; for example, a "constricted affect "
past of constrict
narrowed
especially tense; especially in some dialects
sık sık
often

When she was a student, she used to go to the disco often. - O öğrenciyken, sık sık diskoya giderdi.

I often play tennis after school. - Okuldan sonra sık sık tenis oynarım.

sık
frequent

The teacher was worried by Tom's frequent absences from class. - Öğretmen Tom'un sık sık derse gelmemesinden endişe duyuyordu.

Fiona's letters were becoming less and less frequent. - Fiona'nın mektupları gittikçe daha az sıklıkta oluyordu.

sık sık
frequently

Tom is frequently late for school. - Tom sık sık okula geç kalır.

She was frequently late for school. - O sık sık okula geç kalırdı.

sık
often

I often play tennis after school. - Okuldan sonra sıklıkla tenis oynarım.

I often play tennis after school. - Okuldan sonra sık sık tenis oynarım.

sık
closely

This is one of Boston's most closely guarded secrets. - Bu, Boston’un en sıkı korunan sırlarından biridir.

This is one of Tatoeba's most closely guarded secrets. - Bu, Tatoeba'nın en sıkı korunan sırlarından biridir.

sık sık gidilen yer
haunt
sık uğramak
haunt
sık
close-timbered
sık
squeeze

I squeezed the juice out of the oranges. - Portakalların suyunu sıktım.

Tom squeezed Mary's hand. - Tom Mary'nin elini sıktı.

sık
continual
sık
clasp
sık
embarrass

It's an embarrassing question. - O, can sıkıcı bir soru.

She finds her parents embarrassing. - Anne ve babasını can sıkıcı buluyor.

sık
clench

Tom's hands were tightly clenched into fists. - Tom'un elleri sıkıca yumruk haline getirildi.

You can't shake someone's hand with a clenched fist. - Sıkılmış bir yumrukla kimsenin elini sıkamazsın.

sık
compact

Tom has a trash compactor. - Tom'un bir çöp sıkıştırıcısı var.

sık (orman)
thick
sık aranan yerler
(Bilgisayar) favorite places
sık damarlı
close-grained
sık düzen
(İnşaat) close packing
sık görülmeyen
occasionally
sık ilmekli
fine-meshed
sık kullanılan
(Bilgisayar) favorite
sık kullanılanlar
(Bilgisayar) favorites
sık olan
thick
sık sık
every so often
sık sık
time after time
sık sık
ever and none
sık sık
(Konuşma Dili) now and again
sık sık
continually
sık sık
again and again
sık sık
quite a bit

I do travel quite a bit. - Ben sık sık seyahat yaparım.

In Japan, it rains quite a bit during our rainy season which is from mid-June until mid-July. - Japonya'da yağış mevsimi boyunca Haziran ayı ortalarından Temmuz ortasına kadar sık sık yağmur yağar.

sık sık gitmek
haunt
sık sık gitmek
visit
sık sık sallanmak
bob
sık sık uğramak
haunt
sık sık uğramak
resort
sık taneli
close-grained
sık taneli
close grained
sık çalılık
brushwood
sık gözlü ağ
common-eyed network
sık olmak
common to
sık sorulan sorular
Frequently Asked Questions, FAQ

They made a website for frequently asked questions about health.

sık
thickly

The snow began to fall so thickly that the little boy could not see his own hand. - Kar o kadar sık düşmeye başladı ki küçük çocuk kendi elini göremedi.

sık
(placing things) close together
sık
thick

The forest was thick and impenetrable. - Orman sık ve aşılmazdı.

The snow began to fall so thickly that the little boy could not see his own hand. - Kar o kadar sık düşmeye başladı ki küçük çocuk kendi elini göremedi.

sık
close (weave, knit)
sık
dense, thick; frequent; closely; frequently
sık
frequently

Tom frequently goes to Boston. - Tom sık sık Boston'a gider.

She was frequently late for school. - O sık sık okula geç kalırdı.

sık
placed or spaced close together; dense, thick
sık
dense

The man was hiding in a dense forest. - Adam sık bir ormanda saklanıyordu.

sık
(weaving, knitting) closely
sık
close

The closet door is stuck. - Dolap kapısı sıkıştı.

Tom closed his eyes tightly and endured the pain. - Tom gözlerini sık biçimde kapattı ve acıya dayandı.

sık aralıklar
frequent intervals
sık ağaçlı
thicketed
sık ağaçlık
thicket
sık boğaz ederek
importunely
sık dikilmiş
thickset
sık dikilmiş
(bitki) thickset
sık dişini!
(deyim) hang on there!
sık dişini!
(deyim) be patient!
sık dişini!
(deyim) grin and bear it!
sık dişini!
(deyim) hang in there!
sık dişli
small toothed
sık dişli tarak
small toothed comb
sık dişli tarak
toothcomb
sık dokunmuş bez
percale
sık gidilen yer
hangout
sık gidilmeyen yer
off the beated track
sık görülen
endemic
sık idrara çıkma
(Tıp) thamuria
sık iksa
(Madencilik) close timbering
sık istiflenme
(Kimya) close-packing
sık işeme hastalığı
micturition
sık karakter
(Matbaacılık, Basımcılık) condensed type
sık kullanılır
(Bilgisayar) used often
sık kumaş
(Tekstil) close fabric
sık nefes almak
breathe excessively
sık noktalama
close punctuation
sık orman
jungle
sık orman
dense forest
sık orman aç
(Bilgisayar) jungle open
sık orman bip
(Bilgisayar) jungle beep
sık orman hata
(Bilgisayar) jungle error
sık orman kapat
(Bilgisayar) jungle close
sık orman soru
(Bilgisayar) jungle question
sık orman taşı
(Bilgisayar) jungle move
sık ormanlarla kaplı
jungled
sık palplanş
close piling
sık saç
dense hair
sık soluyan
wind-broken
sık söylenen söz
commonplace
sık sık
fast
sık sık
as often as not

As often as not, I lay awake all night. - Sık sık bütün gece uyanık yattım.

sık sık
ofttimes
sık sık
1. frequently, often. 2. close together
sık sık
more often than not

More often than not, he is late for school. - Sık sık okula geç kalır.

More often than not, students prefer club activities to academic classes. - öğrenciler Sık sık kulüp etkinliklerini akademik derslere tercih edebilirler.

sık sık
oft

She often eats breakfast there. - O, kahvaltısını sık sık orada yer.

I often play tennis after school. - Okuldan sonra sık sık tenis oynarım.

sık sık
frequently, often, time after time, again and again, times without number
sık sık
passim
sık sık
constantly

When you are constantly told no smoking, no smoking like that, you start thinking, maybe smoking really is a threat to public morals or something. - Sana sık sık sigara içme,o şekilde sigara içme deniliyorsa, düşünmeye başla, belki sigara içmek toplum ahlakına ya da bir şeye yönelik tehdittir.

I constantly went over this problem in my mind. - Ben sık sık bu sorunu aklımda gözden geçiriyorum.

sık sık gidilen yer
beaten track
sık sık gidilen yer
resort
sık sık gidilen yer
stamping ground
sık sık gidilmeyen
unfrequented
sık sık gitmek
habituate
sık sık gitmek
to frequent
sık sık gitmek
frequent
sık sık içmek
tipple
sık sık iş değiştirme
job hopping
sık sık olan
frequent
sık sık olma
frequentness
sık sık olma
frequency
sık sık tekrarlanan
everlasting
sık yünlü bir koyun türü
Cheviot
sık çimen parçası
hassock
sık örülmüş
well knit
en sık aranan yerler
(Bilgisayar) favorite places
biraz dişini sık
grin and bear it!
en sık -e rastlanmak
prevail among
en sık esen rüzgarlar
(Askeri) prevailing winds
en sık yakınma
(Tıp) chief complaint
ince eleyip sık dokuma
subtlety
ince eleyip sık dokuma
scrutiny
ince eleyip sık dokumak
scrutinize
ince eleyip sık dokumak
refine
ince eleyip sık dokumak
pick over
ince eleyip sık dokumak
split
ince eleyip sık dokumak
be too particular
ince eleyip sık dokumak
niggle
ince eleyip sık dokumak
sift
ince eleyip sık dokumak
be too fussy
ince eleyip sık dokumak
to split hairs
ince eleyip sık dokumak
fuss
ince eleyip sık dokumak
go through
ince eleyip sık dokumak
go over

Tom wanted to go over a few things with Mary. - Tom Mary ile birlikte birkaç şeyi ince eleyip sık dokumak istedi.

ince eleyip sık dokuyan
picky
ince eleyip sık dokuyan
captious
ince eleyip sık dokuyan kimse
refiner
ince eleyip/eğirip sık dokumak
to work meticulously, do a very thorough job
çok sık başım ağrıyor
I get headaches often
ünlülerden sık sık bahsetme
name dropping
Turkish - Turkish

Definition of sık(mak) in Turkish Turkish dictionary

SIK'AL
(Osmanlı Dönemi) Suda ıslanmış kuru hurma
sık
Mısırlar yetişirken aralarından sökülen fazla mısırlar
sık
Kısa zaman aralıklarıyla, az aralıklarla
sık
Çok bulunan, çok rastlanan
sık
Benzerleri veya parçaları arasında çok az aralık bulunan, seyrek karşıtı. Çok bulunan, çok rastlanan
sık
Aralıksız olarak, aralarında az aralık bırakarak
sık
Benzerleri veya parçaları arasında çok az aralık bulunan, seyrek karşıtı
sık otlatma
Otlayan hayvanların, genellikle koyun ve keçilerin, mera üzerinde çok sık bir sürü hâlinde, birbirlerine yakın bir şekilde çobanlar tarafından otlatılması
sık sık
Arası çok geçmeden, az aralıkla, sık olarak, sıkça
sık sık
Az aralıklarla
sık(mak)
Favorites