sıkıntısız

listen to the pronunciation of sıkıntısız
Turkish - English
{s} untroubled
Of or pertaining to a lack of worries

Once the exams were over she once more enjoyed untroubled sleep.

{a} not disturbed, unmoved, clear
free from fear or doubt; easy in mind; "secure himself, he went out of his way to help others"
Of or pertaining to lack of worries
free from turmoil or worries; "untroubled times"
not beset by troubles or disturbance or distress; "seemed untroubled by doubts of any kind"; "untroubled sleep"; "a kind untroubled face
{s} undisturbed, not worried, not made uneasy, calm, tranquil
not beset by troubles or disturbance or distress; "seemed untroubled by doubts of any kind"; "untroubled sleep"; "a kind untroubled face"
If you are untroubled by something, you are not affected or worried by it. She is untroubled by the fact that she didn't win. an untroubled night's sleep. troubled
sıkıntı
distress

Famine caused great distress among the people. - Açlık insanlar arasında büyük sıkıntıya neden oldu.

Tom looks distressed. - Tom sıkıntılı görünüyor.

sıkıntı
nuisance

Tom is a real nuisance. - Tom gerçek bir sıkıntı.

I hate to be a nuisance. - Ben bir sıkıntı olmaktan nefret ederim.

sıkıntı
{i} boredom

Autistic children don't know what boredom is. - Otistik çocuklar can sıkıntısının ne olduğunu bilmezler.

Boredom is his worst enemy. - Can sıkıntısı onun en kötü düşmanı.

sıkıntı
bother

Stop bothering my friend. - Arkadaşıma sıkıntı vermeyi kesin.

Stop bothering my wife. - Karıma sıkıntı vermeyi kesin.

sıkıntı
trouble

What is most troublesome is the corruption of the best. - En sıkıntılı olan en iyinin yozlaşmasıdır.

They gave us very little trouble. - Onlar bize çok az sıkıntı verdi.

sıkıntı
embarrassment
sıkıntı
discomfort, hardship, difficulty, adversity; trouble, inconvenience; boredom; annoyance, worry; depression; straits, shortage, distress
sıkıntı
{i} fret
sıkıntı
{i} tribulation
sıkıntı
{i} discomfort
Sıkıntı
(Tıp) hebetude
sıkıntı
{i} gloominess
sıkıntı
{i} weight
sıkıntı
{i} fear
sıkıntı
burden
sıkıntı
troubled

Tom has a troubled past. - Tom'un sıkıntılı bir geçmişi var.

Tom looks very troubled. - Tom çok sıkıntılı görünüyor.

sıkıntı
labor
sıkıntı
pressure

The pressures of supporting a big family are beginning to catch up with him. - Büyük bir aileyi geçindirmenin sıkıntıları onunla arayı kapatmak için başlıyor.

sıkıntı
discommodity
sıkıntı
stress
sıkıntı
shortage

There is no need to worry about shortages for the moment. - Sıkıntılar hakkında şu an endişelenmenize gerek yoktur.

Because of the water shortage, I couldn't take a bath. - Su sıkıntısı nedeniyle, banyo yapamadım.

sıkıntı
dolefulness
sıkıntı
agitate
sıkıntı
uneasiness
sıkıntı
heebie-jeebies
sıkıntı
depression
sıkıntı
dullness
sıkıntı
oppression
sıkıntı
hardship

He put up with the greatest hardship that no one could imagine. - O, kimsenin hayal edemeyeceği en büyük sıkıntıya katlandı.

He is really dull to hardship. - O, sıkıntıya karşı gerçekten duyarsız.

sıkıntı
onerousness
sıkıntı
adversity

Despite adversity, the architect achieved worldwide fame. - Sıkıntıya rağmen, mimar dünya çapında üne ulaştı.

We've had a lot of adversity. - Çok sıkıntımız vardı.

sıkıntı
inconvenience

Not having a telephone is an inconvenience. - Telefonsuzluk sıkıntılı bir durum.

The convenience store robbery was a great inconvenience to me. - Mağaza soygunculuğu benim için büyük bir sıkıntı oldu.

sıkıntı
penury
sıkıntı
knock
sıkıntı
worry

There is no need to worry about shortages for the moment. - Sıkıntılar hakkında şu an endişelenmenize gerek yoktur.

sıkıntı
gloom

Why are you so gloomy? - Neden bu kadar sıkıntılısın?

sıkıntı
grievance
sıkıntı
affliction
sıkıntı
straits

If she continues to live with a man she doesn't love for his money, the day will come when she will despair and be in dire straits. - O parası için sevmediği bir adamla yaşamaya devam ederse, onun umudunu keseceği ve müthiş sıkıntıda olacağı gün gelecektir.

She was in dire straits, but made a virtue out of necessity. - O çok sıkıntıdaydı ama mecbur olduğu işi isteyerek yaptı.

sıkıntı
malaise
sıkıntı
harassment
sıkıntı
want

I don't want to put you to any trouble. - Seni sıkıntıya sokmak istemiyorum.

We don't want any trouble. - Bir sıkıntı istemiyoruz.

sıkıntı
incubus
sıkıntı
{i} load
sıkıntı
jut
sıkıntı
annoyance

Tom tried to hide his annoyance. - Tom sıkıntısını gizlemeye çalıştı.

I can understand Tom's annoyance. - Tom'un sıkıntısını anlayabiliyorum.

sıkıntı
toils
sıkıntı
financial difficulties, financial straits
sıkıntı
agitation
sıkıntı
the megrims
sıkıntı
willies
sıkıntı
doldrums
sıkıntı
difficulty

When I was in England, I had great difficulty trouble in speaking English. - Ben İngiltere'deyken İngilizce konuşmakta büyük sıkıntı yaşadım.

If you have any difficulty, ask me for help. - Eğer herhangi bir sıkıntın olursa, benden yardım iste.

sıkıntı
distress, trouble, difficulty; annoyance, worry; depression; boredom
sıkıntı
bore

Boredom is one of the most luxurious things. - Can sıkıntısı en lüks şeylerden biridir.

Autistic children don't know what boredom is. - Otistik çocuklar can sıkıntısının ne olduğunu bilmezler.

sıkıntı
draft
sıkıntı
anxiety
sıkıntı
megrims
sıkıntı
botheration
sıkıntı
dire straits

She was in dire straits, but made a virtue out of necessity. - O çok sıkıntıdaydı ama mecbur olduğu işi isteyerek yaptı.

If she continues to live with a man she doesn't love for his money, the day will come when she will despair and be in dire straits. - O parası için sevmediği bir adamla yaşamaya devam ederse, onun umudunu keseceği ve müthiş sıkıntıda olacağı gün gelecektir.

sıkıntı
heebie jeebies

That gives me the heebie jeebies. - O bana aşırı sıkıntı veriyor.

sıkıntı
{i} rigor
sıkıntı
{i} vexation
sıkıntı
{i} tedium
sıkıntı
{i} stringency
sıkıntı
{i} infliction
sıkıntı
{i} rigour
sıkıntı
plummet
sıkıntı
{i} toil
sıkıntı
{i} pill
sıkıntı
care
sıkıntı
{i} grayness
sıkıntı
{i} greyness
sıkıntı
mope
sıkıntı
{i} groan
sıkıntı
constraint
sıkıntı
{i} famine

War has produced famine throughout history. - Savaş, tarih boyunca sıkıntı üretti.

Famine caused great distress among the people. - Açlık insanlar arasında büyük sıkıntıya neden oldu.

sıkıntı
{i} strait

If she continues to live with a man she doesn't love for his money, the day will come when she will despair and be in dire straits. - O parası için sevmediği bir adamla yaşamaya devam ederse, onun umudunu keseceği ve müthiş sıkıntıda olacağı gün gelecektir.

She was in dire straits, but made a virtue out of necessity. - O çok sıkıntıdaydı ama mecbur olduğu işi isteyerek yaptı.

sıkıntı
{i} mopes
sıkıntı
{i} pip
sıkıntı
{i} rock

There's no shortage of rocks. - Hiçbir kaya sıkıntısı yok.

sıkıntı
{i} scrape
Turkish - Turkish

Definition of sıkıntısız in Turkish Turkish dictionary

SIKINTISIZ
Sıkıntısı olmayan
SIKINTISIZ
Sıkıntı vermeyen, meşakkatsiz
Sıkıntı
bun
Sıkıntı
boğuntu
Sıkıntı
sıklet
Sıkıntı
(Osmanlı Dönemi) HUSBAN
Sıkıntı
(Osmanlı Dönemi) SAHTİ
sıkıntı
Yokluk ve parasızlığın yol açtığı geçim darlığı: "İhtiyarın bir para sıkıntısı içinde olduğunu o söylemeden ben keşfetmiştim."- S. F. Abasıyanık
sıkıntı
Darlık, yokluk: "Bu kış yine, kok kömürü sıkıntısı baş gösterecekmiş."- H. Taner
sıkıntı
Sorun, problem, mesele
sıkıntı
İşsizlik, tekdüzelik, bezginlik gibi sebeplerden doğan ruhsal yorgunluk: "İçinin sıkıntısını mümkün mertebe gizlemeye çalışarak, dereden tepeden konuşarak oyalandı."- P. Safa
sıkıntı
Yokluk ve parasızlığın yol açtığı geçim darlığı
sıkıntı
Bir bozukluğun, karışıklığın sebep olduğu etkili ve sürekli yorgunluk, meşakkat, mihnet
sıkıntı
İşsizlik, tekdüzelik, bezginlik gibi sebeplerden doğan ruhî yorgunluk
sıkıntı
Bir bozukluğun, karışıklığın sebep olduğu etkili ve sürekli yorgunluk, meşakkat, mihnet: "Sıkıntı ve ıstırapla sağa sola döndüm."- A. Gündüz
sıkıntı
Darlık, yokluk
sıkıntı
Sorun, problem, mesele: "Atatürk öldüğü zaman Türkiye'nin ufak tefek sıkıntılar dışında hiçbir büyük problemi yoktu."- B. Felek
sıkıntısız
Favorites