sürme

listen to the pronunciation of sürme
Turkish - English
eye liner
cursor
continuation
drive

She is going to learn how to drive. - O, araba sürmeyi öğrenecek.

My older brother knows how to drive. - Ağabeyim araba sürmeyi bilir.

smear
application
driving

He is good at driving. - O, araba sürmede iyidir.

Driving through that snowstorm was a nightmare. - O kar fırtınasında araba sürmek bir kabustu.

kohl
proscription
continuation; application; driving; sliding; bolt; bunt
push
bunt
smut
(Botanik, Bitkibilim) smut ball
boring
(İnşaat) dwell
deportation
transportation
lasting
mascara
sürmek
drive

This car is easy to drive. - Bu arabayı sürmek kolaydır.

Tom drives a truck for a living. - Tom geçimini sağlamak için bir kamyon sürmektedir.

sürmek
lead

I don't want to lead a dog's life any more. - Artık mutsuz bir hayat sürmek istemiyorum.

Mary wants to lead a life worth living. - Mary yaşamaya değer bir hayat sürmek istiyor.

sürmek
{f} exile
sürmek
continue
sürme ağırlık
sliding weight
sürme hastalığı
(tahıl vb.) smut
sürme hastalığı
wheat rust
sürme kama
spile
sürme kama
feather key
sürme kapak
slide gate
sürme kapı
sliding door
sürme küreği
push hoe
sürme pencere
sash window
sürme pencere
sliding window
sürme raklesi
coating doctor
sürme valf
sleeve valve
sürme çekmek
to tinge with kohl
sürme çekmek
to darken (one's eyelids) with kohl
sürmek
{f} last

Tom has been convicted of drunken driving twice in the last four years. - Tom son dört yılda iki kez alkollü araba sürmekten mahkûm edildi.

sürmek
{f} expel
sürmek
{f} apply
piyasaya sürme
launching
sürmek
{f} endure
ileri sürme
allegation
sürmek
daub
sürmek
(boya/sıva) coat
sürmek
wipe on
sürmek
banish
sürmek
through

Driving through that snowstorm was a nightmare. - O kar fırtınasında araba sürmek bir kabustu.

sürmek
(taşıt) to drive; (at, bisiklet, vb.) to ride; to lead; to banish (from), to exile; to drive away, to expel; to apply, to lay/rub on, to smear, to spread; to release, to place on sale; (toprağı) to plough; to spend (life/time); to continue, to go on; to l
sürmek
(boya) distribute
sürmek
{f} herd
sürmek
expatriate
boru sürme
boring
elektrikli sürme düzeni
electric drive
elini sürme!
(Konuşma Dili) hands off!
ileri sürme
(Felsefe) assertion
ileri sürme
alleging
ileri sürme
allege
ileri sürme
profession
leke sürme
aspersion
sürmek
hold out
sürmek
dure
sürmek
expulse
sürmek
deport
sürmek
abrupt
sürmek
go on
sürmek
run on
sürmek
push
sürmek
displace
sürmek
bud
sürmek
huddle
sürmek
plaster
sürmek
thro

Driving through that snowstorm was a nightmare. - O kar fırtınasında araba sürmek bir kabustu.

sürmek
ostracize
sürmek
shoot out
sürmek
go ahead
sürmek
release
sürmek
thru
sürmek
carry on
sürmek
wheel
sürmek
ride
sürmek
burgeon
sürmek
move
sürmek
plough
sürmek
proceed
sürmek
durer
sürmek
take time
sürmek
place on sale
sürmek
drag on
sür
{f} drove

Ambition drove him to murder. - Hırs onu cinayete sürükledi.

He drove the truck to Dallas. - O, kamyonu Dallas'a sürdü.

sür
{f} exile

He was exiled from his country. - O, ülkesinden sürgün edildi.

He was exiled from his own country. - Kendi ülkesinden sürgün edildi.

sür
{f} smeared
sür
{f} tilled
sür
{f} last

The speech lasted thirty minutes. - Konuşma otuz dakika sürdü.

The rain lasted five days. - Yağmur beş gün sürdü.

sür
impel
sür
{f} drive

Do you know how to drive a car? - Nasıl araba süreceğini biliyor musun?

Do you know how to drive? - Nasıl araba süreceğini biliyor musun?

sür
{f} lasting

The war lasting for years impoverished the country. - Yıllar süren savaş ülkeyi fakirleştirdi.

sür
driven

Tom shouldn't have driven Mary's car. - Tom Mary'nin arabasını sürmemeliydi.

Have you ever driven a sports car? - Hiç spor araba sürdün mü?

sür
deport

Neither Tom nor Mary has been deported. - Ne Tom ne de Mary sürgün edildi.

sür
banish

He was banished to an island for high treason. - O vatana ihanet için bir adaya sürüldü.

We banished him from the country. - Biz onu ülkeden sürdük.

sürmek
smear
sürmek
persist
sürmek
lay

Layla wanted to live a good life. - Leyla iyi bir yaşam sürmek istiyordu.

sürmek
hold
sürmek
extend
sürmek
spread
sürmek
driven
sürmek
rankle
hafifçe sürme. uğuşturma
riding gently. uğuşturma
hüküm sürme
ascendency
iz sürme
chase
satrançta ve damada taş sürme işi
chess and checkers in the business of riding in the stone
sür
deported

Neither Tom nor Mary has been deported. - Ne Tom ne de Mary sürgün edildi.

sürmek
(Ticaret) keep up
sürmek
{f} steer
öne sürme
put forward
defi ileri sürme
(Kanun) making of plea
derin sürme
subsoiling
derin sürme
deep ploughing
derin sürme pulluğu
trenching plough
domuz yağı sürme
larding
elle sürme
(Madencilik) hand tramming
hüküm sürme
ascendancy
hüküm sürme
suzerainty
ileri sürme
induction
ileri sürme
pleading
ileri sürme
enunciation
ileriye sürme
propulsion
lağım sürme
heading
leke sürme
smirch
memleket dışına sürme
expatriating
mürekkep sürme
inking
ovarak sürme
rub
para sürme
bid
piyasaya fazla sürme
overissue
piyasaya sürme
issue
sür
expatriate
sür
{f} smear
sürmek
relegate
sürmek
lay on
sürmek
bedaub
sürmek
outlaw
sürmek
(filiz) stock
sürmek
(bitki) throw out
sürmek
to drive (a vehicle); to push (a vehicle)
sürmek
to drive (an animal)
sürmek
pitchfork
sürmek
to lay (something) before (someone), place (something) in front of (someone)
sürmek
cast out
sürmek
slip in
sürmek
(for a plant) to put forth new leaves or shoots, begin to grow
sürmek
(araba) tool along
sürmek
drive out
sürmek
(for something) to continue, go on
sürmek
to put (goods) on (the market); to put (money) into (circulation)
sürmek
rub
sürmek
run
sürmek
to send (soldiers) to (a place)
sürmek
to let (one thing) touch (another): Elini oraya sürme! Don't touch that bit over there! Atkını yere sürme! Don't let your scarf touch the ground!
sürmek
(Hukuk) to dispose
sürmek
to plow (a field)
sürmek
roll
sürmek
(boya vb.) splash
sürmek
to spread (something) on/over (something); to rub (something) on (something); to smear (something) on (something)
sürmek
(for something) to take (a certain amount of time)
sürmek
to lead (a good life): Adam orada son derece rahat bir hayat sürüyor. The fellow's leading the life of Riley over there
sürmek
to exile (someone) to (a place)
sürmek
hang over
sürmek
{f} till
sürmek
{f} stuff
sürmek
(Avrupa Birliği) dispose
sürmek
{f} transport
sürmek
{f} stream
tekrar piyasaya sürme
(film) rerun
tepsi sürme rayları
tray rails
top sürme
drive
top sürme
dribbling
toprağı sürme
tillage
toprağı sürme
tilth
yağ sürme
greasing
yağ sürme
(vücut) unction
zevk için araba sürme
joy ride
zevk için sürme
joyriding
ölmekte olanın vücuduna kutsal yağ sürme ayini
extreme unction
ömür boyu sürme
perpetuity
Turkish - Turkish
Kirpik diplerine sürülen siyah boya: "Genç güzel aşçı kadının kirpiklerinde sürme, parmaklarında kına yoktu."- A. Gündüz
Tanelerin içini kurum karası bir tozla dolduran ekin hastalığı
Sürülerek kullanılan
Kirpik diplerine sürülen siyah boya
Sürme mantarıgillerin yol açtığı ve tanelerin içini kurum karası bir tozla dolduran ekin hastalığı, is, rastık
Küçük çekmece
Kapı kanadını içeriden kapamak veya dolap kapağını yerinde tutmak gibi işlere yarayan ve yuvası içinde ileri geri sürülebilen sistem, sürgü: "Kapıyı kapadı. Üstünde anahtar ve sürme yoktu."- P. Safa
Masa ve dolapta küçük çekmece
Kapı kanadını içeriden kapamak veya dolap kapağını yerinde tutmak gibi işlere yarayan ve yuvası içinde ileri geri sürülebilen sistem, sürgü
Sürmek işi
(Osmanlı Dönemi) TEDLİK
tutya
rastık
is
(Osmanlı Dönemi) ZECR
sürme mantarları
Bitkilerin, özellikle tahılların dokularında yaşayan sürme veya rastık denilen hastalığı yapan, bazitli asalak mantarlar takımı
sürme mantarıgiller
Sürme mantarlarından bir familya
sürmek
Yönetip yürütmek, sevk etmek. Önüne katıp götürmek
sürmek
Uzatmak, ileri doğru itmek: "Kahveyi ısıtıyor, suyu dolduruyor, cezveyi sürüyor, fincanı boşaltıyor."- M. Ş. Esendal
sürmek
Dokundurmak, değdirmek: "Yüzümü saçlarına sürmek için başımı eğdim."- H. C. Yalçın
sürmek
Bir maddeyi bir yüzey üzerine ince bir tabaka olarak yaymak veya dökmek, serpmek: "Avcuna doldurup kokluyor; ensesine, şakaklarına, boynuna sürüyor."- R. H. Karay
sürmek
Bir malı satışa sunmak, piyasaya çıkarmak: "Satılamayan ne kadar bayat, bozuk mal varsa pansiyonerlere sürerler."- H. R. Gürpınar
sürmek
Oturduğu, bulunduğu yer veya ülkeden ceza olarak başka bir yer veya ülkeye göndermek, nefyetmek: "Mütarekede İngilizler onu Malta'ya sürdüler."- Y. Z. Ortaç
PEY SÜRME
(Hukuk) Bir bedel teklif etme
Sür
(Osmanlı Dönemi) REM
Sür
(Osmanlı Dönemi) GELE
Sürmek
çekmek
Sürmek
(Osmanlı Dönemi) TESYİR
Sürmek
(Osmanlı Dönemi) HEDS
Sürmek
(Osmanlı Dönemi) AKL
Sürmek
vurmak
Sürmek
(Osmanlı Dönemi) HADV
Sürmek
(Osmanlı Dönemi) KERD
Sürmek
(Osmanlı Dönemi) CEZF
Sürmek
gitmek
Sürmek
(Osmanlı Dönemi) AZK
Sürmek
salmak
kökten sürme
Niteliğini soydan almış, türedi olmayan, soylu
sürmek
Pulluk veya sabanla toprağı işlemek: "Öküzünün biri ölünce tarlasını süremedi."- Ö. Seyfettin
sürmek
Yönetip yürütmek, sevk etmek
sürmek
Yetişip ortaya çıkmak, bitmek, yeşermek
sürmek
Olmaya devam etmek: "Baygınlığım ne kadar sürdü bilmiyorum."- A. Gündüz
sürmek
Olmaya devam etmek
sürmek
Önüne katıp götürmek
sürmek
Zaman almak
sürmek
Yetişip ortaya çıkmak, bitmek, yeşermek: "Bu gölgeli yerlerde otlar bütün bir yaz mevsimi yeniden yeniye sürer, rutubetli toprakta bir bir arkasına yoncalar fışkırır, çayırlar kabarırdı."- R. H. Karay
sürmek
Uzatmak, ileri doğru itmek
sürmek
Pulluk veya sabanla toprağı işlemek
sürmek
Bir malı satışa sunmak, piyasaya çıkarmak
sürmek
Olağandan daha çok, daha sık ve sulu dışkı çıkarmak
sürmek
Herhangi bir durum içinde bulunmak: "Dört duvar arasında bir memur hayat sürüyordu."- Y. Z. Ortaç
sürmek
Dokundurmak, değdirmek
sürmek
Herhangi bir durum içinde bulunmak
sürmek
Bir maddeyi bir yüzey üzerine ince bir tabaka olarak yaymak veya dökmek; serpmek
sürmek
Yasal olmayan yolla piyasaya para çıkarmak
sürmek
Oturduğu, bulunduğu yer veya ülkeden ceza olarak başka bir yer veya ülkeye göndermek, nefyetmek
sürmek
Zaman almak: "Her odanın ziyareti bir saat sürmüştü."- A. Haşim
sürmek
Zaman geçmek
top sürme
Topu kısa kısa vurarak karşı tarafın kalesine veya potasına doğru götürme, dripling
sürme
Favorites