söyleme

listen to the pronunciation of söyleme
Turkish - English
saying

Isn't there a much better and shorter way of saying the same thing? - Aynı şeyi söylemenin çok daha iyi ve kısa bir yolu yok mu?

It goes without saying that money cannot buy happiness. - Paranın mutluluğu satın alamayacağını söylemeye gerek yok.

utterance
confession
articulation
mention

I forgot to mention it to them. - Bunu onlara söylemeyi unuttum.

I forgot to mention it to you. - Bunu sana söylemeyi unuttum.

saying; singing; disclosure
relation
telling

What's wrong with telling Tom what happened? - Tom'a ne olduğunu söylemenin nesi var?

Telling lies is a very bad habit. - Yalan söylemek çok kötü bir alışkanlıktır.

singing

I carried on singing. - Ben şarkı söylemeyi sürdürdüm.

Ken kept on singing that song. - Ken o şarkıyı söylemeye devam etti.

readily
disclose
speaking

Frankly speaking, I don't agree with you. - Açıkça söylemek gerekirse, seninle aynı fikirde değilim.

One must be respectful when speaking, and not say obscene things. - Biri konuşurken saygılı olmalı ve müstehcen şeyler söylememelidir.

söylemek
sing

We enjoyed singing songs together. - Birlikte şarkı söylemekten hoşlandık.

Linda stood up to sing. - Linda şarkı söylemek için ayağa kalktı.

söylemek
say

I felt quite relieved after I had said all I wanted to say. - Söylemek istediğim her şeyi söyledikten sonra oldukça rahatlamış hissettim.

What she wants to say just adds up to a refusal. - Onun söylemek istediği sadece reddedeceği anlamına geliyor.

söylemek
tell

I called you, on the one hand to invite you out to eat, and on the other to tell you my son is going to get married. - Bir taraftan seni yemeğe davet etmek için, diğer taraftan sana oğlumun evleneceğini söylemek için seni aradım.

It appears that my husband is cheating on me with my friend. I want to tell her: You thieving cat!. - Bana öyle geliyor ki kocam beni arkadaşımla aldatıyor.Ona söylemek istiyorum:Sen kedi çalıyorsun!.

söyleyiş biçimi, söyleme
articulatory form, do not tell
söz söyleme
speech
söyle
{f} said

It doesn't matter what he said. - Söylediği şeyin hiçbir önemi yok.

You didn't do a very good job, I said. - Çok iyi bir iş yapmadığını söyledim.

söylemek
{f} confess

He confessed he had to lie. - Yalan söylemek zorunda kaldığını itiraf etti.

söylemek
assert
söylemek
spit out
söyle
spit it out !
söyle
told

He told me that his father was dead. - O bana babasının öldüğünü söyledi.

My father told me not to read a book in my bed. - Babam yatakta kitap okumamamı söyledi.

söylemek
bade
söylemek
dictate
söylemek
pronounce
söylemek
call

I called you, on the one hand to invite you out to eat, and on the other to tell you my son is going to get married. - Bir taraftan seni yemeğe davet etmek için, diğer taraftan sana oğlumun evleneceğini söylemek için seni aradım.

Tom scolded Mary for not calling to say she'd be late. - Tom Mary'yi geç kalacağını söylemek için aramadığından dolayı azarladı.

söylemek
enunciate
söylemek
spill
söylemek
{f} speak

Speaking the truth is not a crime. - Doğruyu söylemek suç değildir.

Generally speaking, boys can run faster than girls. - Genel olarak söylemek gerekirse, oğlanlar kızlardan daha hızlı koşabilirler.

söylemek
{f} deliver
söylemek
submit
şarkı söyleme
sing

We all felt embarrassed to sing a song in public. - Hepimiz halkın önünde bir şarkı söylemeye utandık.

I carried on singing. - Ben şarkı söylemeyi sürdürdüm.

söylemek
{f} affirm
söylemek
{f} order
söylemek
articulate
söylemek
let on
söylemek
allege
söylemek
divulge
söylemek
put

To put it bluntly, the reason this team won't win is because you're holding them back. - Açık söylemek gerekirse, bu takımın kazanamayacak olmasının sebebi onları geride tutmanızdır.

To put it bluntly, he's mistaken. - Açık söylemek gerekirse, o yanılıyor.

söylemek
raise
söylemek
talk

Tom was about to say something, but Mary started talking first. - Tom bir şey söylemek üzereydi fakat önce Mary konuşmaya başladı.

I don't use languages to talk and say nothing. I use them to serve humanity. - Ben dilleri konuşmak ve bir şey söylemek için kullanmam. Ben onları insanlığa hizmet etmek için kullanırım.

söylemek
propound
söylemek
share
söylemek
throw out
söylemek
represent
söylemek
recite
söylemek
spell
söylemek
relate
söylemek
voice
söylemek
declare
söylemek
confide
söylemek
narrate
söylemek
call off
söylemek
call out
söylemek
fame
söylemek
show

Tom likes to sing in the shower. - Tom duşta şarkı söylemekten hoşlanır.

Tom listened to what Mary had to say without showing any emotion. - Tom Mary'nin söylemek zorunda olduğu şeyi herhangi bir heyecan göstermeden dinledi.

söylemek
word

Do you want to say a few words? - Birkaç kelime söylemek ister misin?

He always wants to have the last word. - Son sözü hep kendisi söylemek ister.

söylemek
mention

I'll have to mention it to her. - Bunu ona söylemek zorunda kalacağım.

I'll have to mention it to them. - Bunu onlara söylemek zorunda kalacağım.

söylemek
state
söylemek
impart to
söylemek
publish
söylemek
(Ticaret) address
söylemek
discourse
söylemek
inform
söylemek
mouth

Tom opened his mouth to say something. - Tom bir şey söylemek için ağzını açtı.

Tom opened his mouth to say something, but Mary interrupted him. - Tom bir şey söylemek için ağzını açtı ama Mary sözünü kesti.

söylemek
spiel
yalan söyleme
(Askeri) deceive
söyle
told to
söyle
say

An Englishman, a Belgian and a Dutchman enter a pub and sit down at the counter. Says the barkeeper, Wait a minute, is this a joke or what? - İngiliz, Belçikalı ve Hollandalı bir meyhaneye girer ve tezgahta otururlar. Barmen söyler, Bir dakika bekleyin, bu bir şaka mı ne?

Say it in another way. - Onu başka bir şekilde söyle.

söyle
confide

Tom said I looked confident. - Tom kendimden emin göründüğümü söyledi.

I'm confident that Tom will do what he says he'll do. - Tom'un yapacağını söylediği şeyi yapacağına eminim.

söyle
tell

Can you please tell me what time the train leaves? - Trenin ne zaman kalkacağını lütfen bana söyleyebilir misin?

Tell me which of the two cameras is the better one. - İki kameradan hangisinin daha iyi olduğunu bana söyle.

söyle
{f} saying

What you are saying does not make sense. - Söylediğinin anlamı yok.

He received a telegram saying that his mother had died. - O, annesinin öldüğünü söyleyen bir telgraf aldı.

söylemek
report
söylemek
betray
söylemek
apprise
söylemek
bring sb in on sth
söylemek
aver
söylemek
impart
söylemek
disclose
söylemek
{f} bid
düşünüp söyleme yeteneği
ability to think and say
söyle
dictate
söylemek
utter
söylemek
say it
söylemek
say to
arada söyleme
interjection
büyük lokma ye, büyük söz söyleme
(Atasözü) Eat a big mouthful, but don't make big promises. B
düşüncesini söyleme hakkı olmayan
voiceless
güzel söz söyleme sanatı
eloquence
hep beraber şarkı söyleme
barbershop singing
ilâhi söyleme
hymnody
kelimeleri tersten söyleme
back slang
kimseye söyleme
keep it dark
kimseye söyleme
mum is the word
kimseye söyleme
mum's the world
lâf arasında söyleme
interjection
söyle
mouth

Tom kept his mouth shut and didn't tell anyone what had happened. - Tom ağzını kapalı tuttu ve ne olduğunu kimseye söylemedi.

Tom told his son not to speak with his mouth full. - Tom oğluna ağzı doluyken konuşmamasını söyledi.

söyle
apprise
söyle
told#to
söyle
spit it out
söyle
toldto
söylemek
sound
söylemek
couch
söylemek
to sing (a song); to recite (a poem)
söylemek
observe
söylemek
to speak to, direct one's words to
söylemek
drop
söylemek
name

You don't have to tell me your name. - Bana adınızı söylemek zorunda değilsiniz.

You don't have to tell me his name. - Bana onun adını söylemek zorunda değilsin.

söylemek
to say, to tell, to speak, to remark; to declare; to utter; to sing (a song); to confess; to confide, to divulge, to let on
söylemek
to say, utter (something); to say (something) to (someone), tell (someone) (something): Bana Fatma'nın evde olmadığını söyledi, ama inanmadım. She told me that Fatma wasn't at home, but I didn't believe her
söylemek
give voice to
söylemek
to tell (someone to do something): Akşam yemeğini hazırlamamı söyledi. She told me to fix supper. Ona söyle, oraya gitmesin. Tell her not to go there
söylemek
break

I really liked attending to that school. Every day, Gustavo would bring the guitar for us to play and sing during the break. - Gerçekten o okula devam etmeyi sevdim. Gustavo bize mola sırasında oynamak ve şarkı söylemek için her gün gitar getirirdi.

söylemek
hazard
söylemek
pass

Singing is my passion. - Şarkı söylemek benim tutkumdur.

It is my sad duty to tell you that Tom has passed away. - Tom'un vefat ettiğini sana söylemek benim üzücü görevimdir.

söylemek
remark
söylemek
spit
söylemek
speak of
söylemek
air
söylemek
quote
yakın sesleri ardarda söyleme güçlüğü
cacophony
yalan söyleme
lying

Tom couldn't keep lying to Mary. He felt he just had to tell her the truth. - Tom Mary'ye yalan söylemeyi sürdüremedi.O sadece ona gerçeği söylemek zorunda olduğunu hissetti.

He has no scruples about lying. - O yalan söylemeye çekinmez.

yerinde söz söyleme
grandiloquence
ıslık çalar gibi söyleme
sibilation
şakacıktan söyleme
joking
şarkı söyleme
song

I would like you to sing a song. - Senin bir şarkı söylemeni istiyorum.

We all felt embarrassed to sing a song in public. - Hepimiz halkın önünde bir şarkı söylemeye utandık.

Turkish - Turkish
Söylemek işi
irat
Söylemek
çıkarmak
Söylemek
(Osmanlı Dönemi) NEBS
Söylemek
savurmak
Söylemek
irat etmek
Söylemek
çekmek
Söylemek
telaffuz etmek
Söylemek
atmak
söylemek
Düşündüğünü veya bildiğini sözle anlatmak
söylemek
Herhangi bir şeyi bildirmek, anlatmak, demek istemek, hatırlatmak
söylemek
Haber vermek: "Benim burada nasıl yaşadığımı görenler gidip babama da söylerler."- A. Ş. Hisar. Önceden bildirmek, tahmin etmek: "Bir değil iki tane olduğunu size söylemiştim."- R. H. Karay
söylemek
Haber vermek
söylemek
Türkü, şarkı vb. okumak: "Kanto söyler gibi hareketler ve taklitlerle söylediği şarkılar pek eğlenceli şeylerdi."- R. N. Güntekin
söylemek
Bir şeyin yapılmasını sözle istemek: "Biraz sonra nazırın yine beni istediğini söylediler."- F. R. Atay
söylemek
Herhangi bir şeyi bildirmek, anlatmak, demek istemek, hatırlatmak: "Ne söyler bu türküler / Ay karanlık gecelerde yüzen gemiler."- N. Cumalı
söylemek
Önceden bildirmek, tahmin etmek
söylemek
Bir düşünceyi ileri sürmek, ortaya atmak: "Hececiler kendilerinden sonra yeni bir edebî neslin yetişmediğini söylüyorlar."- S. F. Abasıyanık
söylemek
Bir düşünceyi ileri sürmek, ortaya atmak
söylemek
Düşündüğünü veya bildiğini sözle anlatmak: "Bu konak için de yine senelerden beri aynı şeyi söylerim."- R. N. Güntekin
söylemek
Türkü, şarkı vb. okumak
söylemek
Yazmak, düzmek
söylemek
Bir şeyin yapılmasını sözle istemek
söylemek
şakımak
söyleme
Favorites