Bu araba geniş ve kullanışlı.
- This car is spacious and practical.
Onlar çok kullanışlılar.
- They're very practical.
Egzersiz yapamayacağım.
- I won't be able to practice.
Sizin fikirleriniz hemen hemen hiç pratik değil.
- Your ideas are hardly practical.
Senin planının pratik olma üstünlüğü var.
- Your plan has the virtue of being practical.
Piyanoyu iyi çalmak için, yıllarca pratik yapmak gerekir.
- It takes years of practice to play the piano well.
Tom dün pratik yapmak için geç geldi.
- Tom showed up late to practice yesterday.
Babam doktorluk uygulaması yapmaktadır.
- My father practices medicine.
İngilizceyi pratik yapmak için her fırsatı kullandı.
- He used every chance to practice English.
Tom her gün fagot çalarak pratik yapar.
- Tom practices playing the bassoon every day.
Herhangi bir sporu pratik yapıyor musun?
- Do you practice any sport?
Ben prensip olarak yasağa katılıyorum fakat uygulamada oldukça zor olacak.
- I agree with the ban in principle, but in practice it will be extremely difficult.
Onu niçin uygulamamam gerektiğinin sebebini anlamıyorum.
- I see no reason why I shouldn't put it into practice.
Alıştırma mükemmel yapar.
- Practice makes perfect.
İkinci bir dil öğrenmek birçok alıştırma gerektirir.
- Learning a second language requires a lot of practice.
Tom takım idmanını izledi.
- Tom watched the team practice.
Ben her gün piyano çalışmak zorundayım.
- I have to practice the piano every day.
Haftada kaç kez futbol takımı çalışma yapar?
- How many times a week does the soccer team practice?
O düzenli olarak piyano çalışması yapar.
- She practices playing the piano regularly.
Bugün bile onun teorisi neredeyse inkar edilemez olarak kalmaya devam etmektedir.
- Even today, his theory remains practically irrefutable.
Tom neredeyse her gün yüzer.
- Tom swims practically every day.
Biz hemen hemen aileyiz.
- We're practically family.
İş hemen hemen tamam.
- The job is practically done.
Taşrada eski âdetler, kolay kolay kaybolmadı.
- Old practices died hard in the country.
İngilizler becerikli bir millettirler.
- The English are a practical people.
Siz pratikte ailesiniz.
- You're practically family.
Bando uygulamasında görüşürüz.
- See you at band practice.
Uygulamadan sonra görüşürüz.
- I'll see you after practice.
Bilime gelince, uygulama teoriden daha önemlidir.
- When it comes to science, practice is more important than theory.
Ben prensip olarak yasağa katılıyorum fakat uygulamada oldukça zor olacak.
- I agree with the ban in principle, but in practice it will be extremely difficult.
Tom sahada takım antrenmanını izledi.
- Tom watched the team practice on the field.
Antrenman yapamayacağım.
- I won't be able to practice.
Babam doktorluk uygulaması yapmaktadır.
- My father practices medicine.
Ben pratik olarak yetişkinim.
- I'm practically an adult.
Tom Jackson bu kasabayı pratik olarak inşa etti.
- Tom Jackson practically built this town.
Din çok bireyseldir. Neredeyse herkesin gerçekten kendi dini vardır. Dindeki bütünlük bir kurnazlıktır.
- Religion is very personal. Practically everyone has really his own religion. Collectivity in religion is an artifice.
Gerçekten pratik değil.
- It's not really practical.
Tom çok pratik, gerçekçi bir kişidir.
- Tom's a very practical, down-to-earth person.
Daha faydalı olmak istiyorum.
- I want to be more practical.
Din çok bireyseldir. Neredeyse herkesin gerçekten kendi dini vardır. Dindeki bütünlük bir kurnazlıktır.
- Religion is very personal. Practically everyone has really his own religion. Collectivity in religion is an artifice.
Tom, çocuklarını futbol antremanına götürdü.
- Tom drove his children to soccer practice.
Bir öğretmen aramalısın ve sizin için en iyi olan ruhsal uygulama yöntemini öğrenmelisin.
- You should seek a teacher and learn the method of spiritual practice that is best for you.
Tom uygulama sırasında sol dizini incitti, bu yüzden John oyunu yerinde oynamak zorunda kaldı.
- Tom hurt his left knee during practice, so John had to play the game in his place.
Tom Mary'ye tubasını başka bir yerde pratik yapmasını söyledi.
- Tom told Mary to practice her tuba somewhere else.
Tom her gün fagot çalarak pratik yapar.
- Tom practices playing the bassoon every day.
she vsed hath the practicke paine / Of this false footman .
They that intend the practic cure of melancholy, saith Duretus in his notes to Hollerius, set down nine peculiar scopes or ends .
Jack's knowledge has the practical benefit of giving us useful prototype parts.
All in all, Jack's a very practical chap.
That may work in theory, but will it work in practice?.
She practiced law for forty years before retiring.
If you want to speak French well, you need to practice.
You should practice playing piano every day.
They gather to practice religion every Saturday.