İnsan ruhu yeryüzünde bulunduğu müddetçe; müzik, canlı bir varlık gibi ona eş ve destek olup büyük anlam katacak.
- So long as the human spirit thrives on this planet, music in some living form will accompany and sustain it and give it expressive meaning.
Denizde yaşayan canlıların çoğu, kirlilikten etkilenir.
- Most living creatures in the sea are affected by pollution.
Ben Berlin'de bir Alman aile ile yaşayarak bir hafta geçirdim.
- I spent a week in Berlin living with a German family.
Ölüm hiçbir şeydir. Onun yerine yaşayarak başla - sadece daha zor değil fakat aynı zamanda daha uzundur.
- Dying's nothing. Start instead by living - not only is it harder, but it's longer as well.
Yaşayan hiçbir şey havasız yaşayamazdı.
- No living thing could live without air.
Londra'da yaşayan bir arkadaşım var.
- I have a friend living in London.
Tom'un geçinmek için ne yaptığını biliyor musun?
- Do you know what Tom does for a living?
Onlar geçinmeyi zor buldu.
- They found it difficult to earn a living.
Bir satıcı olarak geçimini sağlıyor.
- He makes a living as a salesman.
Tom geçimini neyle sağlar?
- What does Tom do for a living?
Ölüm yaşamın zıttı değildir: biz ölümümüzü ölürken geçirmezken hayatımızı yaşarken geçiririz.
- Dying is not the opposite of living: we spend our life living while we don't spend our death dying.
Ben bu tür bir hayatı yaşamaktan usandım.
- I'm tired of living this kind of life.
Sizinle yaşamayı seviyorum.
- I love living with you.
Seninle yaşamaktan hoşlanıyorum.
- I like living with you.
Tom geçimini sağlamak için bir kamyon sürmektedir.
- Tom drives a truck for a living.
Bir satıcı olarak geçimini sağlıyor.
- He makes a living as a salesman.
Büyükannem yaşam tarzını hiçbir zaman değiştirmedi.
- My grandmother never changed her style of living.
Ben laik bir yaşam tarzı yaşıyorum.
- I'm living a secular lifestyle.