İstatistiklere göre uçakla gitmek, arabayla gitmekten çok daha güvenlidir.
- From a statistical point of view, a plane flight is much safer than a car trip.
O güzel uçlu bir kurşun kalem kullanır.
- He uses a pencil with a fine point.
Göl bu noktada en derindir.
- The lake is deepest at this point.
Herkesin hem güçlü hem de zayıf noktaları vardır.
- Everyone has both strong and weak points.
Biz iki puanla kaybetti.
- We lost by two points.
Son olarak, on iki puan Estonya'ya!
- And finally, twelve points to Estonia!
İnsanları parmakla göstermek kabalıktır.
- It's rude to point at people.
İnsanları parmakla göstermek terbiyesizlik.
- It's bad manners to point at people.
Tom işinin anlamsız olduğunu düşünüyor.
- Tom thinks his job is pointless.
Hayat zalim; fakat anlamsız değil.
- Life is cruel but not pointless.
Başkalarını işaret etmek kabalıktır.
- It is rude to point at others.
İnsanları işaret etmek kalabalıktır.
- It is rude to point at people.
Konuşmasının konusunu anlayamadım.
- I couldn't get the point of his speech.
Biz bu konuda hepimiz aynı fikirdeyiz.
- We are all one on that point.
Cevap ana fikirden uzaktır.
- The answer misses the point.
Diğerlerini işaret etme.
- Don't point at others.
Tom dağlara doğru işaret etti.
- Tom pointed towards the mountain.
O silahı bana doğrultmak istemiyorsun.
- You don't want to point that gun at me.
Kusura bakmayın ama, onların her ikisinin mantıklı amaçları var.
- With all due respect, I think they both had valid points.
Onu yapmada amaç nedir?
- What's the point in doing that?
Bu nokta özel bir vurguyu hak ediyor.
- This point deserves special emphasis.
Ben özellikle bu konuyu vurgulamak istiyorum.
- I want to emphasize this point in particular.
Bu hususta uzlaşmaya varmak zorunda kaldım.
- I had to compromise on this point.
Tom'un geçerli bir hususu var.
- Tom has a valid point.
İngilizcede, virgül yerine bir ondalık nokta kullanırız.
- In English, we use a decimal point instead of a comma.
Pusula kuzeyi gösterir.
- The compass points to the north.
Tom Mary'ye hatalarını gösterdi.
- Tom pointed out Mary's mistakes.
Tom parmaklarını şakırdattı ve kapıyı gösterdi.
- Tom snapped his fingers and pointed to the door.
Tom arka kapıyı işaret etti.
- Tom pointed to the back door.
Başka insanların hatalarını işaret etmekte belli bir zevk var.
- There is a certain pleasure in pointing out other people's errors.
Başkalarını işaret etmek kabalıktır.
- It is rude to point at others.
Onun konuşması kısa ve isabetliydi.
- His speech was short and to the point.
Onun açıklaması tam isabetliydi.
- Her explanation was to the point.
Yememenin yararı nedir?
- What's the point of not eating?
O, işinin yararsız olduğunu düşünüyor.
- She thinks her job is pointless.
Durum ya batarsın ya da çıkarsın noktasına geldi.
- The situation has come to the point where we either sink or swim.
Bir avukatın zor bir durumda küçük konularda bile her taşın altına bakması ve aynı konuda sonuca ulaşmak için ısrarla belirtmesi önemlidir.
- It is important that a lawyer should leave no stone unturned even on minor points and harp on the same subject to achieve a break through in an impasse.
Tom yere işaret etti.
- Tom pointed to the ground.
Tom Mary'nin durduğu yeri gösterdi.
- Tom pointed to where Mary was standing.
Normal şartlar altında, suyun kaynama sıcaklığı 100 santigrat derece.
- Under normal conditions, the boiling point of water is 100 degrees Celsius.
Bu son derece önemli bir konu.
- This is an extremely important point.
Senin hatalarını belirttikleri nedeniyle düşmanlarını sev.
- Love your enemies, for they point out your mistakes.
Burada olmamızın nedeni ne?
- What's the point of us being here?
Hayat zalim; fakat anlamsız değil.
- Life is cruel but not pointless.
Hastaymış gibi yapmanın anlamı yok.
- There is no point in pretending to be sick.
Bakış açına hepimiz ilgi duyardık.
- We'd all be interested in your point of view.
Ben özellikle bu konuyu vurgulamak istiyorum.
- I want to emphasize this point in particular.
Öğretmen özellikle o noktaya vurgu yaptı.
- The teacher particularly emphasized that point.
Sana bunun yararsız olmadığını söyledim.
- I told you it wasn't pointless.
Bunun yararsız olduğunu fark ettik.
- We realized it was pointless.
Mesele gerçekten o değil, değil mi?
- That's really not the point, is it?
Bence asıl meseleyi gözden kaçırıyorsunuz.
- I think you're missing the point.
Bu konuda Tom pek de haksız sayılmaz.
- Tom has a point here.
He sat there, pointlessly tossing the ball into the air and letting it fall, over and over.
It's rude to point at other people.
UK An electric power socket.
If he asks for food, point him toward the refrigerator.
cricket A fielding position square of the wicket on the off side, between gully and cover.
Since the decision has already been made, further discussion seems pointless.
a pointless knife.
The sequel to the film was even more pointless than the original.