Ben sadece düz eski bir ofis çalışanıyım.
- I'm just a plain old office worker.
Bayan Yamada büyüleyici Japon masalını düz Japoncaya çevirdi.
- Ms. Yamada translated the fascinating fairy tale into plain Japanese.
Sadece beyaz kağıt yeterli.
- Plain white paper will do.
Tom, sade ve basit bir yemek yedi.
- Tom ate plain and simple food.
Missouri'nin hem dağları hem de ovaları vardır.
- Missouri has both mountains and plains.
Bu ovada sürpriz bir saldırı neredeyse imkansızdır.
- A surprise attack is almost impossible in this plain.
Yalın bir İngilizce ile konuşma yaptı.
- He made a speech in plain English.
Dikkat etmediğin oldukça açık.
- It's quite plain that you haven't been paying attention.
Onun söylemek istediği oldukça açık.
- His meaning is quite plain.
O, üniversiteye gitmek istediğini açıkça ortaya koydu.
- She made it plain that she wanted to go to college.
Tom onu açıkça görebiliyordu.
- Tom could see it plainly.
Senin suçlanacağın belli.
- It is plain that you are to blame.
Tom, sade ve basit bir yemek yedi.
- Tom ate plain and simple food.
Fadıl cinayetten ceza almadı. Sade ve basit.
- Fadil got away with murder. Plain and simple.
Ben sadece düz bir ofis çalışanıyım.
- I'm just a plain office worker.
Ben sadece düz eski bir ofis çalışanıyım.
- I'm just a plain old office worker.
Nehir düzlükte menderesler çiziyor.
- The river meanders across the plain.
Not to be born again.
Would you like a poppy bagel or a plain bagel?.
They're just plain people like you or me.
His answer was just plain nonsense.
In fact, by excommunication or persuasion, by impetuosity of driving or adroitness in leading, this Abbot, it is now becoming plain everywhere, is a man that generally remains master at last.
Let me be plain with you: I don't like her.
I plain forgot.
Throughout high school she worried that she had a rather plain face.
He was dressed simply in plain black clothes.