Ben bir kredi kartı ile ödemek istiyorum.
- I would like to pay with a credit card.
Tom, Mary ile birlikte her çıkışında her zaman hesabı ödemek zorunda kalmaktan usandı.
- Tom became tired of always having to pay the bill every time he went out with Mary.
Faturayı ödemediği için suyu kestiler.
- They shut his water off because he didn't pay the bill.
Onun ödemesi gerektiğini iddia ettim.
- I demanded that he should pay.
Saatlik ücretin ne kadar?
- How much is your hourly pay?
Piller için ekstra ücret ödemeniz gerekir.
- You need to pay extra for the batteries.
Maaş altı kişilik bir aile için yeterli değildir.
- The pay is not adequate for a family of six.
Son zamanlarda, ona maaş çekini zamanında vermiyorlar.
- Recently, they have not been giving her her paycheck on time.
Bugün senin öğle yemeğin için parayı ben ödeyeceğim.
- I'll pay the money for your lunch today.
Kredi kartıyla ödeyebilir miyim?
- Can I pay with a credit card?
Size söyledim, bacaklarınıza ve ayaklarınıza dikkat etmek zorundaydınız.
- I told you you had to pay attention to your legs and feet.
Sizi ziyaret etmek için geldik.
- We have come to pay you a visit.
Bir otel odasına dünya kadar para vermek istemiyorum.
- I don't want to pay through the nose for a hotel room.
Aşk için ödediğimiz bedel bu.
- It's the price we pay for love.
Özgürlük için bedel ödenmeli.
- One must pay for freedom.
O, bir gün yaptığının hesabını vermek zorunda kalacak.
- Someday she'll have to pay for what she's done.
Bir otel odasına dünya kadar para vermek istemiyorum.
- I don't want to pay through the nose for a hotel room.
Tom'un söylediklerine dikkat etmek zorunda değilsiniz.
- You don't have to pay attention to what Tom says.
Trafik ışıklarına dikkat etmek zorundayız.
- We must pay attention to the traffic light.
Mary öğrenci kredilerini geri ödemek için mücadele ediyor.
- Mary is struggling to pay back her student loans.
Borçlandığı parayı geri ödemek istiyor.
- He wants to pay back the money he owes.
Otobüse ödemek için param yok.
- I have no money to pay for the bus.
Malzemelere ödemek için paraya ihtiyaçları vardı.
- They needed money to pay for the supplies.
Dikkatini verebilir misin?
- Can you pay attention?
Bana dikkatini vermen için ne yapabilirim?
- What can I do to make you pay attention to me?
Ben doktoru ziyaret etmeliyim.
- I must pay a visit to the doctor.
Yarın doktoru ziyaret etmeliyim.
- I must pay a visit to the doctor tomorrow.
Lütfen kredi kartı ile değil, nakit ödeme yapın.
- Please pay cash, not by credit card.
Peşin ödemek zorundasın.
- You must pay in advance.
Peşin ödemek zorunda mıyız?
- Do we have to pay in advance?
All the nations that participate in this event paid it a lot of importance.
Tom, Mary ile birlikte her çıkışında her zaman hesabı ödemek zorunda kalmaktan usandı.
- Tom became tired of always having to pay the bill every time he went out with Mary.
Tom hesabı ödemek için cüzdanında yeterli parası olduğunu düşünmüyordu.
- Tom didn't think he had enough money in his wallet to pay the bill.
O yüksek ücretli bir adamdır.
- He is a highly paid man.
Fransa'da işçiler her yıl dört haftalık ücretli izin alırlar.
- Workers in France receive four weeks of paid vacation each year.
Tom'a üç yüz dolar ödendi.
- Tom was paid three hundred dollars.
Satın alındı ve ödendi.
- It's been bought and paid for.
Aslında bunu yapmak için bana para ödenmektedir.
- I'm actually paid to do this.
Trafik ışıklarına dikkat etmek zorundayız.
- We must pay attention to the traffic light.
Tom'un söylediklerine dikkat etmek zorunda değilsiniz.
- You don't have to pay attention to what Tom says.
Borçlandığı parayı geri ödemek istiyor.
- He wants to pay back the money he owes.
Tom ödünç aldığı parayı geri ödemek istiyor.
- Tom wants to pay back the money he owes.
Tom bütün borçlarını tamamen ödemek için çalışıyor.
- Tom is trying to pay off all his debts.
Gerekirse özel bir ücret ödeme konusunda herhangi bir itirazım yok.
- I have no objection to paying a special fee if it is necessary.
Eğer gerekliyse, özel bir ücret ödemeye hiçbir itirazım olmaz.
- If necessary, I have no objection to paying a special fee.
Ona beş dolar ödedim.
- I paid her five dollars.
Kitap için beş dolar ödedim.
- I paid five dollars for the book.
Çek birine para ödeme yöntemidir.
- A check is a method of paying money to somebody.
Babamın borcunu ödemekten berat edildim.
- I was absolved from paying my father's debt.
Okullar ve yollar vergilerle ödenen hizmetlerdir.
- Schools and roads are services paid for by taxes.
Ben gerekli vize ücretleri ödenene kadar seyahata gidemeyeceğim.
- I won't be able to go travelling until the requisite visa fees are paid.
Tom ve Mary ödünç aldıkları parayı geri ödeyemedi.
- Tom and Mary couldn't pay back the money they owed.
Borçlandığı parayı geri ödemek istiyor.
- He wants to pay back the money he owes.
Tom genellikle her şeyi nakit olarak öder.
- Tom usually pays for everything in cash.
Her ne zaman birlikte akşam yemeğine çıksak Tom her zaman akşam yemeğini öder.
- Tom always pays for dinner whenever we go out together.
Ben sadece ne yapmak için ödenmişsem onu yaparım.
- I only do what I'm paid to do.
He paid for his fun in the sun with a terrible sunburn.
It didn't pay him to keep the store open any more.
Many employers have rules designed to keep employees from comparing their pays.
He was allowed to go as soon as he paid.
He paid him to clean the place up.
Crime doesn’t pay.
To pay attention.
Please pay attention to the danger signs.
He paid back all the money he owed her.
He paid them back for their conniving.
He paid for his wild youth with a lonely old age.
I pay for everything with my credit card whenever I can.
Her years of Spanish classes finally paid off when she found herself in Mexico and realized she could communicate with people.
I thought the guards would give us trouble, but apparently he had paid them off.
The carrier to Casterbridge came up as Edward stepped into the road, and jumped down from the van to pay toll. . . . The carrier paid his dues.
He too championed the anti-apartheid cause, paid his dues, had his works banned.
And now to-day you've done your duty by her; paid your last respects to her memory, as I may say, and so you have nothing to reproach yourself with.
The pigeon, very offended, flew back to the Bird Woman and, to pay out Mary Poppins, stuck the rose in the ribbon of the Bird Woman's hat.
Being a dentist isn't so glamorous, but it pays the bills.
If you want to dance, you’ve got to pay the fiddler.
The three-day party had been a lot of fun, but now it was time to pay the fiddler.
McColl was the lawyer of choice for those who could pay the freight.
Be off with you, my boy, and play with your caucuses and leading articles and historic parties and great leaders and burning questions and the rest of your toys. I am going back to my counting house to pay the piper and call the tune.
Roosevelt never fully recovered his health, but he refused any regret. I am always willing to pay the piper, he once wrote, when I have had a good dance..
That fellow would milk the settlements somehow, and make his family pay through the nose to keep him out of bankruptcy.
I haven't received the money for a week, so it's time to pay up now.
The advertising should pay for itself.
Some day I'll pay you back for this!.
The Recruit scandal is a corruption scandal concerning public officials and politicians who accepted as bribes undisclosed shares from the RecruitCoscom company. The shares had been rising steadily.
- Acemi asker skandalı kamu görevlilerini ve rüşvet olarak RecruitCoscom'dan gizli payları alan politikacıları ilgilendiren bir rüşvet skandalıdır. Hisseler sürekli yükseliyordu.
I share the room with my sister.
- Odayı kız kardeşimle paylaşıyorum.
He has not paid his portion of the rent.
- O, kira payını ödemedi.
You always take the lion's share!
- Aslan payını hep sen alıyorsun!
The distributors are asking for an exceptional margin.
- Dağıtıcılar olağanüstü bir pay istiyorlar.
We left a margin for error in our estimates.
- Tahminlerimizde hata payı bıraktık.
The Recruit scandal is a corruption scandal concerning public officials and politicians who accepted as bribes undisclosed shares from the RecruitCoscom company. The shares had been rising steadily.
- Acemi asker skandalı kamu görevlilerini ve rüşvet olarak RecruitCoscom'dan gizli payları alan politikacıları ilgilendiren bir rüşvet skandalıdır. Hisseler sürekli yükseliyordu.
Do you share those concerns?
- O endişeleri paylaşıyor musunuz?
Groups are a good way to share an interest with either a small community or the whole world.
- Gruplar ya küçük bir toplulukla ya da tüm dünya ile bir ilgi paylaşmak için iyi bir yoldur.
We have shared values and interests.
- Biz değerleri ve çıkarları paylaştık.
Tom, Mary and John shared the cost of the party.
- Tom, Mary ve John Partinin maliyetini paylaştılar.
Our problems must be dealt with through partnership; progress must be shared.
- Bizim sorunlarımız ortaklık ile ele alınmalıdır; ilerleme paylaşılmalıdır.
The bank has raised its dividend by 20%.
- Banka, kar payını % 20 oranında yükseltti.
We're splitting the bill.
- Biz faturayı paylaşıyoruz.
I agreed to split the bill with Tom.
- Faturayı Tom'la paylaşmayı kabul ettim.
... candidate. You can make a lot of money and pay lower ...
... up the deficit because keep in mind, this is just to pay for the additional spending ...