Vergi ödemek her işçinin yükümlülüğüdür.
- It is the obligation of every worker to pay taxes.
Tom, Mary ile birlikte her çıkışında her zaman hesabı ödemek zorunda kalmaktan usandı.
- Tom became tired of always having to pay the bill every time he went out with Mary.
Ödeme yapmadan restorandan ayrıldı.
- He left the restaurant without paying.
O kadar fazla ödemeye param yetmez.
- I cannot afford to pay so much.
Saatlik ücretin ne kadar?
- How much is your hourly pay?
Fakir Japon göçmenler düşük ücretle çalışmaya istekliydiler.
- Poor Japanese immigrants were willing to work for low pay.
Maaş altı kişilik bir aile için yeterli değildir.
- The pay is not adequate for a family of six.
Tom ona ödediğimiz maaşı hak ediyor.
- Tom deserves the salary we pay him.
Faturayı ödemediği için suyu kestiler.
- They shut his water off because he didn't pay the bill.
Bugün senin öğle yemeğin için parayı ben ödeyeceğim.
- I'll pay the money for your lunch today.
Daha iyi maaş ve daha iyi çalışma koşulları için temizlik emekçileri grevine barış içinde yardım etmek için oraya gitmişti.
- He had gone there to help garbage workers strike peacefully for better pay and working conditions.
Tom'un söylediklerine dikkat etmek zorunda değilsiniz.
- You don't have to pay attention to what Tom says.
Bir otel odasına dünya kadar para vermek istemiyorum.
- I don't want to pay through the nose for a hotel room.
Bir dahaki sefere bunun bedelini ödersin!
- Next time you'll pay for it!
Aşk için ödediğimiz bedel bu.
- It's the price we pay for love.
Bir otel odasına dünya kadar para vermek istemiyorum.
- I don't want to pay through the nose for a hotel room.
Tom'un patronu onun çalışmasını takdir ediyor fakat ona zam vermek istemiyor.
- Tom's boss appreciates his work, but he doesn't want to give him a pay raise.
Tom Mary'nin söylediklerine dikkat etmek zorunda değil.
- Tom doesn't have to pay attention to what Mary says.
Dikkat etmek zorundasın.
- You have to pay attention.
Mary öğrenci kredilerini geri ödemek için mücadele ediyor.
- Mary is struggling to pay back her student loans.
Tom ödünç aldığı parayı geri ödemek istiyor.
- Tom wants to pay back the money he owes.
Malzemelere ödemek için paraya ihtiyaçları vardı.
- They needed money to pay for the supplies.
Otobüse ödemek için param yok.
- I have no money to pay for the bus.
Dikkatini verebilir misin?
- Can you pay attention?
Bana dikkatini vermen için ne yapabilirim?
- What can I do to make you pay attention to me?
Ben doktoru ziyaret etmeliyim.
- I must pay a visit to the doctor.
Yarın doktoru ziyaret etmeliyim.
- I must pay a visit to the doctor tomorrow.
Lütfen kredi kartı ile değil, nakit ödeme yapın.
- Please pay cash, not by credit card.
Onlar peşin ödemek zorunda.
- They have to pay in advance.
Peşin ödemek zorundasın.
- You have to pay in advance.
All the nations that participate in this event paid it a lot of importance.
Tom, Mary ile birlikte her çıkışında her zaman hesabı ödemek zorunda kalmaktan usandı.
- Tom became tired of always having to pay the bill every time he went out with Mary.
Tom hesabı ödemek için cüzdanında yeterli parası olduğunu düşünmüyordu.
- Tom didn't think he had enough money in his wallet to pay the bill.
O yüksek ücretli bir adamdır.
- He is a highly paid man.
Dün bir gün ücretli izin aldım.
- I took a paid day off yesterday.
Tom bugün para ödendiğinden beri aşırı cömert.
- Tom is flush with money since he got paid today.
Onu söylemek için sana ne kadar ödendi?
- How much were you paid to say that?
Aslında bunu yapmak için bana para ödenmektedir.
- I'm actually paid to do this.
Trafik ışıklarına dikkat etmek zorundayız.
- We must pay attention to the traffic light.
Size söyledim, bacaklarınıza ve ayaklarınıza dikkat etmek zorundaydınız.
- I told you you had to pay attention to your legs and feet.
Bu krediyi bir şekilde geri ödemek zorunda kalacağız.
- We'll have to pay back that loan one way or another.
Mary öğrenci kredilerini geri ödemek için mücadele ediyor.
- Mary is struggling to pay back her student loans.
Tom bütün borçlarını tamamen ödemek için çalışıyor.
- Tom is trying to pay off all his debts.
Gerekirse özel bir ücret ödeme konusunda herhangi bir itirazım yok.
- I have no objection to paying a special fee if it is necessary.
Eğer gerekliyse, özel bir ücret ödemeye hiçbir itirazım olmaz.
- If necessary, I have no objection to paying a special fee.
Ona beş dolar ödedim.
- I paid five dollars to him.
Kitap için beş dolar ödedim.
- I paid five dollars for the book.
Bir sürü insan faturalarını ödeme konusunda endişeleniyor.
- Many people worry about paying their bills.
Ödeme yapmadan restorandan ayrıldı.
- He left the restaurant without paying.
Ben gerekli vize ücretleri ödenene kadar seyahata gidemeyeceğim.
- I won't be able to go travelling until the requisite visa fees are paid.
Okullar ve yollar vergilerle ödenen hizmetlerdir.
- Schools and roads are services paid for by taxes.
Bu krediyi bir şekilde geri ödemek zorunda kalacağız.
- We'll have to pay back that loan one way or another.
Tom ve Mary ödünç aldıkları parayı geri ödeyemedi.
- Tom and Mary couldn't pay back the money they owed.
Tom genellikle her şeyi nakit olarak öder.
- Tom usually pays for everything in cash.
Bu iş, bir günde 10,000 yen öder.
- This job pays 10,000 yen a day.
Ben sadece ne yapmak için ödenmişsem onu yaparım.
- I only do what I'm paid to do.
He paid for his fun in the sun with a terrible sunburn.
It didn't pay him to keep the store open any more.
Many employers have rules designed to keep employees from comparing their pays.
He was allowed to go as soon as he paid.
He paid him to clean the place up.
Crime doesn’t pay.
To pay attention.
Please pay attention to the danger signs.
He paid back all the money he owed her.
He paid them back for their conniving.
He paid for his wild youth with a lonely old age.
I pay for everything with my credit card whenever I can.
Her years of Spanish classes finally paid off when she found herself in Mexico and realized she could communicate with people.
I thought the guards would give us trouble, but apparently he had paid them off.
The carrier to Casterbridge came up as Edward stepped into the road, and jumped down from the van to pay toll. . . . The carrier paid his dues.
He too championed the anti-apartheid cause, paid his dues, had his works banned.
And now to-day you've done your duty by her; paid your last respects to her memory, as I may say, and so you have nothing to reproach yourself with.
The pigeon, very offended, flew back to the Bird Woman and, to pay out Mary Poppins, stuck the rose in the ribbon of the Bird Woman's hat.
Being a dentist isn't so glamorous, but it pays the bills.
If you want to dance, you’ve got to pay the fiddler.
The three-day party had been a lot of fun, but now it was time to pay the fiddler.
McColl was the lawyer of choice for those who could pay the freight.
Be off with you, my boy, and play with your caucuses and leading articles and historic parties and great leaders and burning questions and the rest of your toys. I am going back to my counting house to pay the piper and call the tune.
Roosevelt never fully recovered his health, but he refused any regret. I am always willing to pay the piper, he once wrote, when I have had a good dance..
That fellow would milk the settlements somehow, and make his family pay through the nose to keep him out of bankruptcy.
I haven't received the money for a week, so it's time to pay up now.
The advertising should pay for itself.
Some day I'll pay you back for this!.
Personal life of Larry Ewing was shared in a website.
- Bir web sayfasında, Larry Ewing'in özel hayatı paylaşıldı.
The children shared a pizza after school.
- Çocuklar okuldan sonra bir pizzayı paylaştılar.
He has not paid his portion of the rent.
- O, kira payını ödemedi.
You always take the lion's share!
- Aslan payını hep sen alıyorsun!
We left a margin for error in our estimates.
- Tahminlerimizde hata payı bıraktık.
This company uses cheap labor to increase its profit margins.
- Şirket kâr payını arttırmak için ucuz iş gücü kullanıyor.
The Recruit scandal is a corruption scandal concerning public officials and politicians who accepted as bribes undisclosed shares from the RecruitCoscom company. The shares had been rising steadily.
- Acemi asker skandalı kamu görevlilerini ve rüşvet olarak RecruitCoscom'dan gizli payları alan politikacıları ilgilendiren bir rüşvet skandalıdır. Hisseler sürekli yükseliyordu.
Do you share those concerns?
- O endişeleri paylaşıyor musunuz?
Groups are a good way to share an interest with either a small community or the whole world.
- Gruplar ya küçük bir toplulukla ya da tüm dünya ile bir ilgi paylaşmak için iyi bir yoldur.
Do you share common interests?
- Ortak çıkarları paylaşıyor musunuz?
Our problems must be dealt with through partnership; progress must be shared.
- Bizim sorunlarımız ortaklık ile ele alınmalıdır; ilerleme paylaşılmalıdır.
Tom, Mary and John shared the cost of the party.
- Tom, Mary ve John Partinin maliyetini paylaştılar.
The bank has raised its dividend by 20%.
- Banka, kar payını % 20 oranında yükseltti.
We're splitting the bill.
- Biz faturayı paylaşıyoruz.
Tom and Mary split a bottle of red wine after dinner.
- Tom ve Mary akşam yemeğinden sonra bir şişe kırmızı şarabı paylaştı.
... How do I get some money to pay for it? ...
... was, are we going to put a cost on carbon so that big polluters have to pay when they ...