When did the Japanese start eating polished rice?
- Japonlar ne zaman parlatılmış pirinç yemeye başladılar?
a polished performance.
After the death of Caesar, a comet shone for seven days.
- Sezar'ın ölümünden sonra, bir kuyruklu yıldız yedi gün boyunca parladı.
My father polished his car till it shone.
- Babam parlayıncaya kadar arabasını cilaladı.
The light shines in the darkness.
- Işık karanlıkta parlar.
She had her shoes shined.
- O, ayakkabılarını parlattı.
Mary's eyes sparkled like diamonds.
- Mary'nin gözleri elmas gibi parladı.
Her eyes sparkled like diamonds.
- Onun gözleri elmas gibi parladı.
That actress is the shining star in the company.
- O aktris şirketteki parlayan yıldızdır.
We saw the first star shining in the sky.
- Biz gökyüzünde parlayan ilk yıldızı gördük.
The logs flamed brightly.
- Kütükler parlak şekilde alev alev yandı.