oturma

listen to the pronunciation of oturma
Turkish - English
sitting

I like sitting by the window. - Ben pencerenin yanında oturmayı severim.

It can't be good sitting in the sun all day. - Bütün gün güneşte oturma iyi olamaz.

stay

In this kind of weather, it's best to stay home and not go outside. - Bu havada dışarı çıkmayıp evde oturmak en doğrusu.

You must not stay up late. - Gece geç saatlere kadar oturmamalısın.

(ev) occupancy
inhabitation
living

My living room has wide windows. - Oturma odamda geniş pencereler var.

When I was playing video games in the living room, Mother asked me if I would go shopping with her. - Oturma odasında video oyunları oynarken annem bana onunla birlikte alışverişe gidip gitmeyeceğimi sordu.

staying
occupation
fit

That piece of furniture is not fitting for the living room. - Bu mobilya parçası oturma odası için uygun değil.

I gave away the table because it does not fit in the living room. - Oturma odasına uymadığı için masayı hediye olarak verdim.

residence

He took up residence in Jamaica. - O Jamaika'da oturma izni aldı.

sitting; habitation, residence; settlement
habitation
{i} sit down

Tom and Mary were about to sit down for dinner when John knocked on the door. - John kapıyı çaldığında Tom ve Mary akşam yemeği için oturmak üzerelerdi.

Do you want to sit down? - Oturmak istiyor musunuz?

abode
subsidence
(İnşaat) settle
(Çevre) consolidation
settling
kathiasis
{i} dwell
{i} sojourn
oturmak
sit down

Tom and Mary were about to sit down for dinner when John knocked on the door. - John kapıyı çaldığında Tom ve Mary akşam yemeği için oturmak üzerelerdi.

Do you want to sit down? - Oturmak istiyor musunuz?

oturmak
sit

Where do you want to sit? - Nerede oturmak istiyorsun?

I told you we should've gotten here earlier. Now there aren't any places left to sit. - Sana buraya daha erken gelmemiz gerektiğini söyledim. Şimdi oturmak için hiç yer kalmadı.

oturma odası
living room

The boy is standing in the living room. - Çocuk oturma odasında duruyor.

This house is nearby, it has two bedrooms and a living room, and the decoration isn't bad; it's 1500 a month. - Bu ev yakında, iki yatak odası ve bir oturma odası var, ve dekorasyonu kötü değil; ayda 1500.

oturma odası
parlor
oturma grubu
Seating group
oturma grubu
Three-piece-suite (Brit), living room set (Amer)
oturma izni
residence permit
oturma odası takmı
Living room set
oturma yeri
place of residence
oturma belgesi
residence permit
oturma eylemi
sit in
oturma eylemi
stay down strike
oturma eylemi
sit down strike
oturma eylemi yapmak
sit in
oturma grevi
sit-down strike
oturma grevi
sit down strike
oturma grevi
sit-down strike, sit-down, sit-in
oturma grevi
stay down strike
oturma izni olan kimse
denizen
oturma odası
living room, sitting room
oturma odası
parlour [Brit.]
oturma odası
sitting room

When dinner was over, we adjourned to the sitting room. - Akşam yemeği bittiğinde, oturma odasına geçti.

oturma odası living room, Brit
sitting room, Brit. lounge
oturma yerini onarmak
seat
oturma yerleri
seating

All the seating areas are taken. - Tüm oturma yerleri tutulmuş.

otur
{f} sitting

The girl sitting at the piano is my daughter. - Piyanoda oturan kız benim kızımdır.

He was sitting with his arms folded. - Kolunu katlamış oturuyordu.

oturmak
fit
oturmak
hang out
ata biner gibi oturma
straddle
otur
have a seat
otur
sit

Can I sit beside you? - Senin yanına oturabilir miyim?

May I sit next to you? - Senin yanına oturabilir miyim?

otur
{f} sit down

Tom and Mary were about to sit down for dinner when John knocked on the door. - John kapıyı çaldığında Tom ve Mary akşam yemeği için oturmak üzerelerdi.

Do you want to sit down? - Oturmak istiyor musunuz?

oturmak
occupy
oturmak
reside

She resides in New York. - O, New York'ta oturmaktadır.

oturmak
to sit; to sit down; to squat; to live, to reside, to inhabit, to occupy, to dwell; to fit well; (bina) to settle, to sink
otur
rooms

Tom Skeleton, the ancient stage doorkeeper, sat in his battered armchair, listening as the actors came up the stone stairs from their dressing rooms. - Tarihi sahne kapıcısı, Tom Skeleton, eskimiş koltuğunda oturdu, aktörlerin soyunma odalarından taş merdivenlerden yukarı gelirken dinledi.

evde oturma odası
lounge
oturma grubu
sitting set
oturma izni
(Ticaret) residential permit
oturma odası
sitting

Tom and Mary are sitting in the living room talking. - Tom ve Mary oturma odasında oturup konuşuyorlar.

Our visitors are sitting in the living room. - Ziyaretçilerimiz oturma odasında oturuyor.

oturmak
live in
oturmak
dwell
oturmak
populate
oturmak
squat
oturmak
rest

All we want to do is sit down and rest. - Bütün yapmak istediğimiz oturmak ve dinlenmek.

In the U.S., you have the option, when you enter a restaurant, to sit in the smoking or non-smoking section. - ABD'de bir restorana girerken seçeneğin vardır, sigara içilen ya da sigara içilmeyen yerde oturmak.

oturmak
flow
oturmak
sink
oturmak
(Havacılık) established
oturmak
sitting

Tom seems to enjoy just sitting on the dock and watching the seagulls. - Tom sadece rıhtımda oturmaktan ve martıları izlemekten hoşlanıyor gibi görünüyor.

Tom didn't feel like sitting for two hours in a movie theater. - Tom'un canı bir tiyatro koltuğunda iki saat oturmak istemiyordu.

oturmak
fit well
oturmak
subside
oturmak
abide
oturmak
bide
tahta oturma
(Kanun) accession
otur
dwelt
otur
taken a seat
otur
take a seat
otur
{f} abode
otur
{f} dwelling
otur
took a seat
otur
live in

We live in the vicinity of the school. - Okula yakın oturuyoruz.

Those who live in houses made of glass mustn't throw stones at the houses of other people. - Camdan evlerde oturanlar başkalarının evlerine taş atmamalıdır.

otur
reside

More than half of the residents are opposed to the plan. - Oturanların yarısından daha fazlası plana karşı çıkıyor.

Tom currently resides in Boston. - Tom şu anda Boston'da oturuyor.

otur
{f} dwell
otur
be seated

Tom motioned them to be seated. - Tom oturmaları için onlara işaret etti.

Would you like to be seated? - Oturmak ister misiniz?

otur
sat

They sat under a tree. - Bir ağacın altına oturdular.

An old man sat next to me on the bus. - Yaşlı bir adam otobüste yanıma oturdu.

oturmak
take a chair
oturmak
live

He is looking for a place to live. - Oturmak için bir yer arıyor.

I'm awfully glad you've come to live at Green Gables. - Oturmak için Green Gables'a gelmenize son derece sevindim.

oturmak
settle down
Oturma grubu
sitting group
Oturmak
(deyim) have a sit down
karaya oturma
stranding
otur
sit-down

bence daha da şey çğrenin ben daha 4. sınfa gidiom ve daha bilgiliyim.

oturma odası
family room
oturmak
locate
su basmanı, oturma duvarı
flood your living wall
babası ıngiliz olup ıngiltere'de oturma hakkı olan
patrial
dereceli oturma
gradual settlement
düzgün olmayan oturma
nonuniform settlement
düzgün oturma
uniform settlement
farklı oturma
(Jeoloji,Teknik) differential settlement
final oturma
final settlement
ilerleyen oturma
progressive settlement
işyerinde oturma eylemi
stay in strike
nihai oturma
ultimate settlement
otur
abided
oturma odası
{i} parlour
oturma odası
morning room
oturmak
perch
oturmak
lodge
oturmak
settle
oturmak
to sit down (on), sit (upon)
oturmak
set
oturmak
(lâf) fall
oturmak
indwell
oturmak
sit on

The one whose butt got burned has to sit on the blisters. - Poposu yanan kişi kabarcıkların üstünde oturmak zorundadır.

They are looking for chairs to sit on. - Oturmak için sandalyeler arıyorlar.

oturmak
seat oneself
oturmak
(for something) to catch on, take root, become popular, be accepted
oturmak
(for a ship) to run aground. oturduğu dalı kesmek to cut off the very branch one is sitting on, cut the ground from under one's own feet. oturmaya gitmek to go to see (someone), go to visit (someone). oturup kalkmak to act on, follow (someone's advice)
oturmak
be seated

Would you like to be seated? - Oturmak ister misiniz?

oturmak
stable
oturmak
dwell in
oturmak
(for something) to fit on (something); /üstüne/ (for a garment) to fit (someone)
oturmak
tenant
oturmak
(for a building, wall, pavement, earth) to settle, subside; (for particles suspended in a liquid) to settle
oturmak
sit oneself
oturmak
(Konuşma Dili) to cost: Bana pahalıya oturdu. It cost me a lot
oturmak
room

I really don't want to sit in that room. - O odada gerçekten oturmak istemiyorum.

oturmak
(for someone) to take up (a post, an appointment): Bakan makamına oturdu. The minister has taken up his post
oturmak
park oneself
oturmak
inhabit
oturmak
take a seat

I would like to take a seat over there. - Ben orada oturmak istiyorum.

oturmak
to live or dwell in (a place); to live with (someone)
oturmak
gear
oturmak
slumping
plastik oturma
plastic settlement
primer oturma
primary settlement
sürekli oturma yeri
(Hukuk) habitual residence
toplam oturma
total settlement
toplam oturma
ultimate settlement
üst üste oturma
(dişler) occlusion
üstüne oturma
appropriation
English - English

Definition of oturma in English English dictionary

oturma odası
living room
Turkish - Turkish
Kısa süre için konukluğa gitme: "Yemeğini yedikten sonra gece Vehbi Dedeye oturmaya gitti."- H. E. Adıvar
Oturmak işi
Konukluğa gitme
Bir yapının altındaki zeminin hareketi veya sıkışması dolayısıyla aşağıya doğru hareketi
kuut
(Osmanlı Dönemi) VÜSUB
oturma belgesi
Bazı ülkelerde çalışan veya ticaret yapan kimselere verilen oturma izni belgesi
oturma duvarı
Su basmanı, oturmalık
oturma grevi
Bir isteği gerçekleştirmek amacıyla, işçilerin iş yerlerinden ayrılmaksızın bulundukları yere oturarak grev yapmaktan kaçınmaları
oturma grubu
Koltuk, kanepe, sandalye, kolçaklı sandalye, sallanan koltuk vb. mobilyalardan oluşan grup
oturma izni
Belli bir bölgede resmî makamlarca verilen oturma belgesi
oturma mobilyası
Boyutları ve şekli insan vücudunun ölçülerine uygun olan ve rahat oturmayı sağlayan, oturma yüzeyi elastik veya elastik olmayan malzemeden yapılan mobilya
oturma odası
Ev halkının oturması için ayrılmış oda
Oturmak
(Osmanlı Dönemi) TAKAUD
Oturmak
göçmek
Oturmak
tünemek
Oturmak
(Osmanlı Dönemi) İTTİKÂ'
otur
Artvin yöresinde yetiştirilen bir zeytin cinsi
oturmak
Herhangi bir durumda belli bir süre kalmak: "Arif gibi bir adamla çene yarışına girmek istememekle beraber susup oturamazdı."- M. Ş. Esendal
oturmak
Belli bir yörüngede dönmeye başlamak
oturmak
Biriyle beraber yaşamak: "O günden beri, enişte beyle oturuyorum."- S. M. Alus
oturmak
Çökmek, aşağı inmek
oturmak
Toprak veya yapı çökmek, aşağı inmek
oturmak
Bir işi yapmakta olmak, bir işe başlamak üzere olmak
oturmak
Sıvı tortuları dibe çökmek, dipte toplanmak
oturmak
Benimsenmek, yerleşmek, kökleşmek
oturmak
Herhangi bir durumda belli bir süre kalmak
oturmak
Bu biçimde yerleştiği yerde kalmak
oturmak
Uygun gelmek
oturmak
Mal olmak
oturmak
Yer almak, geçmek
oturmak
Bir işi yapmakta olmak, bir işe başlamak üzere olmak: "Bu saat, kendimi bildim bileli sofraya oturma saatimizdir."- Y. Z. Ortaç
oturmak
Oturursunuz ve başından kalkamazsınız."- T. Dursun K. Uygun gelmek: "Ütüsüz ve beli oturmamış pantolonunu çekti."- T. Buğra
oturmak
Vücudun belden yukarısı dik duracak biçimde ağırlığı kaba etlere vererek bir yere yerleşmek: "Bir sandalyenin üzerinde oturmuş, önüne bakıyordu."- S. F. Abasıyanık
oturmak
Dibe çökmek, dipte toplanmak
oturmak
Vücudun belden yukarısı dik duracak biçimde ağırlığı kaba etlere vererek bir yere yerleşmek
oturmak
Bir yerde sürekli olarak kalmak, ikamet etmek
oturmak
Hiçbir iş yapmadan boş vakit geçirmek, boş durmak
oturmak
Bu biçimde yerleştiği yerde kalmak: "Bakın, hikâye zordur, acımasız ve hoşgörüsüzdür
oturmak
Biriyle beraber yaşamak
oturmak
Bir yerde sürekli olarak kalmak, ikamet etmek: "Aynı semtte oturdukları için komşu da sayılırlar."- B. Felek
oturma
Favorites