She stared at him with hatred.
- O, ona nefretle baktı.
She felt something between love and hatred.
- Aşk ve nefret arasında bir şey hissetti.
She hated her husband.
- O, kocasından nefret etti.
Some people hate to argue.
- Bazıları tartışmaktan nefret ederler.
Don't dislike what you don't understand.
- Anlamadığın şeyden nefret etme.
There is no earthly reason for me to dislike her.
- Benim ondan nefret etmem için geçerli bir nedenim yok.
Tom stared at Mary with disgust.
- Tom nefretle Mary'ye baktı.
Tom could barely conceal his disgust.
- Tom nefretini güçlükle gizleyebildi.
Hypocrisy is my abhorrence.
- İkiyüzlülük benim nefret ettiğim şeydir.
She detests speaking in public.
- O topluluk önünde konuşmaktan nefret eder.
Tom and Mary detest each other.
- Tom ve Mary birbirlerinden nefret ederler.
I feel an aversion toward all this exhibitionism.
- Tüm bu teşhirciliğe karşı nefret hissediyorum.
They hate horror films.
- Korku filmlerinden nefret ederler.
You hate horror movies, don't you?
- Korku filmlerinden nefret ediyorsun, değil mi?
My antipathy toward telemarketers is so strong that I am often rude to them.
- Tele pazarlamacılara nefretim o kadar büyük ki genellikle onlara kaba davranırım.
We should avoid writing sentences that are disrespectful, offensive or hateful.
- Saygısız, saldırgan ve nefret dolu cümleler yazmaktan kaçınmamız gerekir.
You're really hateful!
- Sen gerçekten nefret dolusun!