O bir canlı, dolayısıyla doğal olarak sıçıyor da.
- It's a living being, so of course it shits.
İnsan ruhu yeryüzünde bulunduğu müddetçe; müzik, canlı bir varlık gibi ona eş ve destek olup büyük anlam katacak.
- So long as the human spirit thrives on this planet, music in some living form will accompany and sustain it and give it expressive meaning.
Tom yıllarını Boston sokaklarda yaşayarak geçirdi.
- Tom spent years living on the streets of Boston.
Ölüm hiçbir şeydir. Onun yerine yaşayarak başla - sadece daha zor değil fakat aynı zamanda daha uzundur.
- Dying's nothing. Start instead by living - not only is it harder, but it's longer as well.
Denizde yaşayan canlıların çoğu, kirlilikten etkilenir.
- Most living creatures in the sea are affected by pollution.
Yaşayan hiçbir şey havasız yaşayamazdı.
- No living thing could live without air.
Tom bir sokak müzisyeni olarak geçinmeyi zor buldu.
- Tom found it hard to make a living as a street musician.
Tom'un geçinmek için ne yaptığını biliyor musun?
- Do you know what Tom does for a living?
Tom geçimini sağlamak için bir kamyon sürmektedir.
- Tom drives a truck for a living.
Bir satıcı olarak geçimini sağlıyor.
- He makes a living as a salesman.
Tom hayatı yaşamaya değmezmiş gibi düşünüyor.
- Tom started to feel like his life wasn't worth living.
Ben bu tür bir hayatı yaşamaktan usandım.
- I'm tired of living this kind of life.
Yalnız yaşamaya alışkın.
- She is used to living alone.
Seninle yaşamaktan hoşlanıyorum.
- I like living with you.
Bir satıcı olarak geçimini sağlıyor.
- He makes a living as a salesman.
Tom geçimini neyle sağlar?
- What does Tom do for a living?
Sizinle yaşamamın yaşam tarzınızı etkilediğini düşünüyorum.
- I think my living with you has influenced your way of living.
Yeni yaşam tarzına alıştı.
- He got accustomed to the new way of living.