O, büyük babanın canlı görüntüsüdür.
- It's the living image of your grandfather.
O bir canlı, dolayısıyla doğal olarak sıçıyor da.
- It's a living being, so of course it shits.
Ben Berlin'de bir Alman aile ile yaşayarak bir hafta geçirdim.
- I spent a week in Berlin living with a German family.
Tom yıllarını Boston sokaklarda yaşayarak geçirdi.
- Tom spent years living on the streets of Boston.
Yaşayanların sayısı ölülerinkinden daha azdı.
- The number of the living was smaller than that of the dead.
Tímea, Polonya'da yaşayan bir Macardır.
- Tímea is a Hungarian living in Poland.
Tom'un geçinmek için ne yaptığını biliyor musun?
- Do you know what Tom does for a living?
O kamptaki mülteciler bir aydır kıt kanaat geçinmektedirler.
- The refugees in that camp have been living from hand to mouth for a month.
Bir satıcı olarak geçimini sağlıyor.
- He makes a living as a salesman.
Zavallı kız, çiçek satarak geçimini sağladı.
- The poor girl made a living by selling flowers.
Ölüm yaşamın zıttı değildir: biz ölümümüzü ölürken geçirmezken hayatımızı yaşarken geçiririz.
- Dying is not the opposite of living: we spend our life living while we don't spend our death dying.
Ben bu tür bir hayatı yaşamaktan usandım.
- I'm tired of living this kind of life.
Sanırım birlikte yaşamamız senin alışkanlıklarını etkiledi.
- I think that our living together has influenced your habits.
Seninle yaşamaktan hoşlanıyorum.
- I like living with you.
Tom geçimini neyle sağlar?
- What does Tom do for a living?
Zavallı kız, çiçek satarak geçimini sağladı.
- The poor girl made a living by selling flowers.
Yeni yaşam tarzına alıştı.
- He got accustomed to the new way of living.
Büyükannem yaşam tarzını hiçbir zaman değiştirmedi.
- My grandmother never changed her style of living.