Hoşuna gitsin ya da gitmesin, her durumda erken ayrılmak zorundasın.
- In any case, you have to leave early, whether you like it or not.
Ancak Lucy evinden ayrılmak üzereydi.
- However, Lucy is about to leave her home.
Solcu komünizm, infantil bir bozukluktur.
- Left-wing communism is an infantile disorder.
O, kazada sol bacağından yaralandı.
- He was injured in his left leg in the accident.
Anahtarı arabada bırakmak senin dikkatsizliğindi.
- It was careless of you to leave the key in the car.
Dışarı çıkmadan önce kapıyı kilitlemeden bırakmak onun dikkatsizliğiydi.
- It was careless of her to leave the door unlocked when she went out.
Şimdi gitmemize izin verir misin?
- Will you permit us to leave now?
Tom izin için başvurdu.
- Tom applied for a leave of absence.
Ben okulu terk etmek zorunda bırakıldım.
- I was compelled to leave school.
Jane evi terk etmek üzereydi.
- Jane was about to leave the house.
Silahta kalan parmak izleri şüphelininki ile uyuşuyor.
- The fingerprints left on the weapon match the suspect's.
Süpermarketler şimdi kapalı, bu yüzden buzdolabında kalanlarla yetinmek zorunda kalacağız.
- The supermarkets are now closed, so we'll have to make do with what is left in the refrigerator.
Arapça, sağdan sola doğru yazılır.
- Arabic is written from right to left.
Lütfen masayı sola doğru kaydır.
- Please move the desk to the left.
Daha uzun süre kalmak istiyorum ama gitmek zorundayım.
- I'd like stay longer, but I have to leave.
Gitmek isteyen birini kalmaya zorlayamazsın. Eğer kalmak istersem, beni gitmeye zorlayabilirler mi?
- You cannot force someone to stay if they want to leave. If I want to stay, can they force me to leave?
Sola dönerseniz, restoranı sağ tarafınızda bulursunuz.
- Turning to the left, you will find the restaurant on your right.
Sola dönerseniz, postaneyi bulursunuz.
- Turning to the left, you will find the post office.
Kapı içeriden kilitli kaldığı için, o, eve giremedi.
- The door remaining locked up from inside, he could not enter the house.
Soldaki düğmeye bastığına emin misin?
- Are you sure you pressed the button on the left?
Soldaki dolabı aç. Şişeler orada.
- Open the cupboard on the left. The bottles are there.
Ağaçların yaprakları sonbaharda sarıya döner.
- The leaves of the trees turn yellow in fall.
Ağaçtaki tüm yapraklar sarardı.
- All the leaves on the tree turned yellow.
O, Londra'ya hareket etmek üzeredir.
- He is about to leave for London.
Hemen Amerika'ya hareket etmek zorunda kaldık.
- We had to leave for America on short notice.
Sol taraftaki kapılar açılacak.
- The doors on the left side will open.
Amerikan arabalarının direksiyon simitleri sol taraftadır.
- Steering wheels of American cars are on the left side.
Ben sol elimle yazmaya çalıştım.
- I tried to write with my left hand.
O, sol eliyle yazı yazar.
- She writes with her left hand.
Japonya'da araba sürdüğünüzde soldan gitmeyi unutmayın.
- When you drive in Japan, remember to keep to the left.
Senin odan soldan birinci.
- Your room is the first one on the left.
Sanırım fırında biraz artık pizzam var.
- I think I have some leftover pizza in the fridge.
Dan yemek artıklarını yedi.
- Dan ate the leftovers.
Sadece yalnız kalmak istediklerini söylediler.
- They said they only wanted to be left alone.
O sadece yalnız kalmak istiyor.
- She just wants to be left alone.
Dolapta, vardır...Dolapta ne olduğunu söylemiyorum; o benim büyük sırrımdan arta kalandır.
- In the wardrobe, there is... I'm not saying what's in the wardrobe; that is remaining my great secret.
O beni aradığında evden ayrılmak üzereydim.
- I was about to leave my house when she rang me up.
O yakında hastaneden ayrılacak.
- She will leave the hospital soon.
Sınıfta kalan çok az sayıda öğrenci vardı.
- There were few students remaining in the classroom.
Kapı içeriden kilitli kaldığı için, o, eve giremedi.
- The door remaining locked up from inside, he could not enter the house.
Acele et! Tren yola çıkmak üzere.
- Hurry up! The train is about to leave.
Hemen yola çıkmak zorundayız.
- We have to leave at once.
O ayrılmak üzereyken vedalaştı.
- He said farewell as he was about to leave.
Onlarla kapıda vedalaştım.
- I took my leave of them at the gate.
Tom, ülkeyi terketmek istediğini söylüyor.
- Tom says he wants to leave the country.
Tom terketmek zorunda olacak.
- Tom is going to have to leave.
Cambridge treni 5. platformdan kalkmaktadır.
- The train for Cambridge leaves from Platform 5.
Tren kalkmak üzere. Acele et.
- The train's about to leave. Hurry up.
Yalnız kalan küçük çocukla dışarı çıkmamalısın.
- You oughtn't to go out with the little boy remaining alone.
Sınıfta kalan çok az sayıda öğrenci vardı.
- There were few students remaining in the classroom.
Eve gitmek ve ofiste işte kalmak arasında tereddüt etti.
- He wavered between going home and remaining at work in the office.
Onun gitme ya da kalma seçeneği vardı.
- She had a choice of going or remaining.
I think you'd better leave.
When he had leeft speakynge, he sayde vnto Simon: Cary vs into the depe, and lett slippe thy nette to make a draught.
I'll leave the car in the station so you can pick it up there.
I left the band.
Can't we just leave this to the experts?.
When my father died, he left me the house.
And by myssefortune Sir Bors smote Sir Launcelot thorow the shylde into the syde, and the speare brake and the hede leffte stylle in the syde.
I left the country and I left my wife.
I've been given three weeks' leave by my boss.
There's not much food left, we'd better go to the shops.
The political left is not holding enough power.
There are only three cups of juice left.
We were not left go to the beach after school except on a weekend.
Turn left at the corner.
... And we've got 17 seconds left. ...
... So Stamatis decided, well, if I only have nine months left, ...