She used to live in luxury.
- O lüks içinde yaşardı.
Art is not a luxury, but a necessity.
- Sanat bir lüks değil fakat bir gerekliliktir.
Art is not a luxury, but a necessity.
- Sanat bir lüks değil fakat bir gerekliliktir.
Eleanor though the daughter of a king and brought up in the greatest luxury determined to share misfortune with her husband.
- Bir kralın kızı olarak düşünülen ve büyük lüks içinde yetiştirilen Eleanor kocasıyla bu tersliği paylaşmaya karar verdi.
Tom and Mary rented a room in one of Boston's most luxurious hotels.
- Tom ve Mary, Boston'un en lüks otellerinden birinde bir oda kiraladılar.
Tom lives in a luxurious home.
- Tom lüks bir evde yaşıyor.
What comes with deluxe room service?
- Lüks oda servisi ile ne gelir?
What is the difference between a deluxe room and a standard room?
- Lüks oda ve standart oda arasındaki fark nedir?
She went to a posh school.
- O, lüks bir okula gitti.
He lives in a posh apartment near Central Park.
- O Central Park yakınındaki lüks bir dairede yaşıyor.
Visit the Luxembourg Gardens!
- Lüksemburg Bahçelerini ziyaret edin!
Does he still live in Luxembourg?
- O hala Lüksemburg'da mı yaşıyor?
They furnished the house very luxuriously.
- Evi çok lüks bir şekilde döşediler.
My car isn't fancy, but it gets me from point A to point B.
- Arabam lüks değil ama beni A noktasından B noktasına götürüyor.
Have you ever wanted to have a fancy car?
- Hiç lüks bir araba sahibi olmak istedin mi?
They're eating high on the hog.
- Onlar lüks içinde yaşıyorlar.
If I win the lottery, I'll be able to live high on the hog.
- Milli piyangoyu kazanırsam, lüks içinde yaşayabilirim.