koymak

listen to the pronunciation of koymak
Turkish - English
put

It's not necessary to put him in the hospital. - Onu bu hastaneye koymak gerekli değildir.

I'd like to put some things in the hotel safe. - Otel kasasına bir şeyler koymak istiyorum.

place

We hired a crane to lift the new air conditioner and place it on the roof. - Yeni klimayı kaldırmak ve onu çatıya koymak için bir vinç kiraladık.

Tom didn't have a place to put his things. - Tom'un eşyalarını koymak için bir yeri yoktu.

affect
lay

The suspect had to lay all his things on the table. - Şüpheli tüm eşyalarını masaya koymak zorunda kaldı.

The suspect had to lay all his personal effects on the table. - Şüpheli tüm kişisel eşyalarını masaya koymak zorunda kaldı.

apply
establish
inlet
sadden
locate
impose
buffoon
(Bilgisayar) insert
nestle
stand

We need strong leaders who are not afraid of standing up to political correctness. - Bizim politik doğruluğa karşı koymaktan korkmayan güçlü liderlere ihtiyacımız var.

move
appoint
elapse
station
dot smb. one
position
set
to let go (inside or outside)
to affect, upset, bother; to move
plant
(Hukuk) to put

I'd like to put some things in the hotel safe. - Otel kasasına bir şeyler koymak istiyorum.

As soon as I can get a decent video camera, I'll start making videos to put online. - İyi bir video kamera alır almaz, online koymak için videolar yapmaya başlayacağım.

sting
to appropriate, set aside. Koydunsa bul. (Konuşma Dili) It's like trying to find a needle in a haystack. koyup gitmek to leave (something, someone) and go away. Koyduğum yerde otluyor. colloq
lay on
rest
He's still in the same (socioeconomic) position he's always been in
closure
to put, place
set down
stick
put down

We had to put down the dog. - Köpeği yere koymak zorundaydık.

park
to put, to place, to set, to lay; (çay, vb.) to pour; (vergi) to impose; to affect, to sadden, to move
lay down
He hasn't changed one iota./He's just the same as ever (meant as a negative criticism)
insert into
offer up
wrap
adhibit
deposit

I'd like to put my valuables in a safe deposit box, if any are available. - Uygun olan bir çelik kasaya değerli eşyalarımı koymak istiyorum.

put into

It is true that yours is a good idea, but I am afraid it will be hard to put into practice. - Seninkinin iyi bir fikir olduğu doğru ama korkarım ki onu uygulamaya koymak zor olacak.

put for
enter
post
placer
el koymak
appropriate
koy
{i} cove

He put a cover over his car. - O, arabasının üzerine bir örtü koydu.

Tom put a cover over his car. - Tom arabasının üstüne bir kılıf koydu.

yerine koymak
replace

We haven't been able to find anyone to replace Tom. - Tom'un yerine koymak için hiç kimseyi bulamıyoruz.

We haven't been able to find anyone to replace Tom. - Tom'un yerine koymak için birisini bulamıyoruz.

el koymak
seize
karşı koymak
withstand
karşı koymak
resist

They dug miles of underground tunnels to resist the enemy attack. - Onlar düşman saldırısına karşı koymak için millerce yeraltı tünelleri kazdılar.

Sometimes it's hard to resist the impulse to burst out laughing. - Bazen kahkahayla gülme dürtüsüne karşı koymak zordur.

el koymak
seise
sahneye koymak
stage
yanlış yere koymak
misplace

Tom has a tendency to misplace things. - Tom'un şeyleri yanlış yere koymak gibi bir eğilimi var.

kontrol işareti koymak
check off
kontrol işareti koymak
check
kovana koymak
hive
koşuk biçimine koymak
verse
koşul koymak
provide
koşul olarak koymak
stipulate
ortaya koymak
produce
koy
put

In his essay Esperanto: European or Asiatic language Claude Piron has shown the similarities between Esperanto and Chinese, thereby putting to rest the notion that Esperanto is purely eurocentric. - Esperanto: Avrupa veya Asya dili denemesinde Claude Piron, Esperanto ve Çince arasındaki benzerliği gösterdi ve Esperanto'nun yalnızca Avrupa merkezli olduğunu ortaya koydu.

Put the carrots in the pot. - Havuçları tencereye koy.

aptal yerine koymak
fool

Is it hard to fool you? - Seni aptal yerine koymak zor mu?

Tom didn't want to make a fool of himself. - Tom kendini aptal yerine koymak istemedi.

bir kenara koymak
set aside
dipnot koymak
annotate
gizlice koymak
steal
ortaya koymak
to put forward, to expose, to exhibit, to manifest
yürürlüğe koymak
put into effect
temcit pilavı gibi ısıtıp ısıtıp ortaya koymak
rehash
aptal yerine koymak
make a fool of somebody
aptal yerine koymak
(deyim) make a fool of
ağızotu koymak
to prime
ağızotu koymak
prime
iç içe koymak
nest
karşı koymak
stand up to
karşı koymak
fight back

You've got to fight back. - Karşı koymak zorundasın.

We won't hesitate to fight back. - Karşı koymak için tereddüt etmeyeceğiz.

karşı koymak
confront

Someone has to confront Tom. - Biri Tom'a karşı koymak zorunda.

Someone has to confront them. - Biri onlara karşı koymak zorunda.

koy
inlet
koy
{f} putting

Would you mind putting a link on your web page to our company's web site? - Web sayfana bizim şirketin web sitesi ile ilgili bir link koyar mısın?

I had a hard time putting the kid to bed. - Çocuğu yatağa koyarken sıkıntı çektim.

kural koymak
to set up a rule
kıymet koymak
(Ticaret) value
limit koymak
delimit
ortaya koymak
set forth
ortaya koymak
1. to bring up (a matter), put forth (something) for consideration. 2. to create, produce
ortaya koymak
exhibit
ortaya koymak
exert
sınır koymak
border
taşı gediğine koymak
to hit the nail on the head
tulumbaya su koymak
prime
vergi koymak
tax
yasa çıkarmak/koymak/yapmak
to make laws
yerine koymak
put back
yürürlüğe koymak
put into action
kenara koymak
put away
koy
{i} sound

I put my fingers in my ears to block out the terrible sounds. - Ben korkunç sesleri engellemek için parmaklarımı kulaklarıma koydum.

What sound does a sheep make? - Bir koyun nasıl ses çıkarır?

cesaretle karşı koymak
brave
birbirine yakın koymak
juxtapose
devreye koymak
switch on
el koymak
glom
el koymak
(deyim) have in hand
el koymak
embargoing
el koymak
emprise
etiket koymak
ticket
haciz koymak
seize
haciz koymak
(Kanun) levy
haciz koymak
confiscate
haciz koymak
sequestrate
isim koymak
call
ismini koymak
name
kanun koymak
legislate
koyma
imposition
koyma
setting

Oliver thought that his parents, Tom and Mary, weren't setting rules or monitoring his whereabouts. - Oliver ebeveynleri Tom ve Mary'nin kurallar koymadığını ya da onun nerede olduğunu izlemediklerini düşündü.

kural koymak
lay down
kutu içine koymak
incase
limit koymak
demark
marka koymak
label
ortaya koymak
put forward
ortaya koymak
centre
ortaya koymak
expose
ortaya koymak
manifest
ortaya koymak
reveal
oyunu sahneye koymak
mount a production of
posta koymak
cow
posta koymak
intimidate
pul biber koymak
pepper
rehine koymak
(Kanun) secure
rehine koymak
(Kanun) hypothecate
rehine koymak
mortgage
rehine koymak
(Ticaret) put in pawn
resimler koymak
illustrate
sahneye koymak (oyunu)
produce
sahneye koymak (oyunu)
put on
tefe koymak
ridicule
tefe koymak
make cracks about
tehlikeye koymak
jeopardize
teneke kutu içine koymak
tin
uygulamaya koymak
(Hukuk) to make applicable, to put into effect, to put into practice
yasa koymak
(Kanun) legislate
yasa koymak
(Kanun) lay down a law
yem koymak
bait
yerine koymak
substitute for

It's a word I'd like to find a substitute for. - Bu yerine koymak için bulmak istediğim bir kelime.

yerine koymak
put something back
yerine koymak
put something away
yerine koymak
put in position
yerine koymak
put away
önüne koymak
dish up
koy
{i} arm

Tom put the thermometer under his arm. - Tom ısıölçeri kolunun altına koydu.

Tom put his arm around Mary. - Tom kolunu Mary'nin etrafına koydu.

koy
loch
koy
indentation
koy
bight
f allg. nizama koymak, getirmek
f allg. put in order, to bring
giyinmek, koymak, örtünmek
to dress up, put, to cover
koy
shag
koyma
Settings
kutu içine koymak
case
ortaya koymak
introduce
oyuğa koymak
niche
rehine koymak
pledge
teşhis koymak
(Tıp, İlaç) Diagnose
yerine koymak
1. Put something away, put something back2: Take for 3. Substitute
yerine koymak
case
koy
basin
koy
bay, cove, inlet
koy
small bay, cove
koy
armlet
koy
creek
koy
bay

We were granted the privilege of fishing in this bay. - Bize bu koyda özel balık tutma izni verildi.

koy
shagged
koyma
placement
Turkish - Turkish
Bir şeyi bir yere bırakmak, belli bir yere yerleştirmek: "Öteki elini doktorun omzuna koydu."- S. F. Abasıyanık
Bırakmak, terk etmek
Katmak, eklemek
Etkilemek, dokunmak
Bırakmak
Bir şeyi bir yere bırakmak, belli bir yere yerleştirmek
Uyulması gereken kuralları belirlemek, ortaya çıkarmak
Bir şey veya kimse için kullanmayı belirlemek, ayırmak: "Giderlerini iki ay içinde yerine koydu."- N. Cumalı
Bir şey veya kimse için kullanmayı belirlemek, ayırmak
Bir kimseyi işe yerleştirmek, birine iş sağlamak
Uyulması gereken kuralları belirlemek, ortaya çıkarmak: "Orduda yaşayan manevi kuvveti de meydana koyuyor."- R. E. Ünaydın
Katmak, eklemek: "Mal üstüne mal koymak için içi giden bir kişidir."- S. Birsel. İmza, tarih, adres yazmak
Yazmak (imza, tarih, adres)
(Osmanlı Dönemi) SENN
(Hukuk) VAZETMEK
(Osmanlı Dönemi) DÜRUC
takmak
atmak
yoluna taş koymak
Engellemek
KOY
(Osmanlı Dönemi) Küçük körfez. Karanın içine girmiş, rüzgârdan saklı deniz parçası. Deniz koyuna benzer, çevresi mahfuz yer. Köşe, bucak
Koy
bük
Koyma
tarh
koy
Denizin, gölün küçük girintiler biçiminde karaya doğru sokulduğu yer, küçük körfez: "Sandalını Kaşık Adası'nın bir küçük koyuna çekti."- S. F. Abasıyanık
koy
Denizin, gölün küçük girintiler biçiminde karaya doğru sokulduğu yer, küçük körfez
koyma
Koymak işi
koymak
Favorites