korumak

listen to the pronunciation of korumak
Turkish - English
preserve

We must all take care to preserve our national heritage. - Hepimiz ulusal mirasımızı korumak için özen göstermeliyiz.

All countries have a responsibility to preserve the ancestral relics of every people group within their borders, and to pass these on to the coming generations. - Bütün ülkelerin sınırları dahilinde her insan gurubuyla ilgili tarihi eserleri korumak ve bunları gelecek nesillere aktarmak için bir sorumluluğu vardır.

guard

Gold golems are guardians used to guard treasure. - Altın golemleri hazineyi korumak için kullanılan gardiyanlardır.

conserve

When bears sleep or lie down, their postures depend on whether they want to get rid of heat or conserve it. - Ayılar uyuduğunda ya da uzandığında onların duruşları ısıdan kurtulmak ya da onu korumak isteyip istemediklerine bağlıdır.

We've got to conserve water. - Suyu korumak zorundayız.

protect

One has to protect his family. - İnsan ailesini korumak zorundadır.

The army is in the north to protect the border. - Ordu sınırı korumak için kuzeydedir.

save

He made a farcical attempt to save face during the fallout of his sex scandal. - Onun seks skandalı serpintisi sırasında yüzünü korumak için saçma bir girişimde bulundu.

Greenpeace is fighting an uphill battle to save the environment. - Greenpeace çevreyi korumak için büyük bir mücadele veriyor.

defend

She didn't come here to defend herself against these accusations. - Kendini bu suçlamalara karşı korumak için buraya gelmedi.

All the police officers were equipped with shields to defend themselves against the rioters. - Bütün polis memurları kendilerini ayaklanmacılara karşı korumak için kalkanlarla donatıldı.

cover
patronize
keep

If you want to keep meat for a long time, freeze it. - Eti uzun süre korumak istiyorsanız onu dondurun.

In order to keep his original idea from being copied, Henry resorted to reticence. - Orijinal fikrini kopyalanmaktan korumak için, Henry suskunluğa başvurdu.

secure

To secure his locker, he uses a padlock. - O, dolabını korumak için bir asma kilit kullanır.

harbour
(Hukuk) maintain

They were stuck together to maintain their own body heat - Kendi vücut ısılarını korumak için birbirlerine yapıştılar.

Proper posture is necessary to maintain good health. - Uygun duruş iyi sağlığı korumak için gereklidir.

buffer
escort
safekeeping
defend from
insulate
hold up
ensure
grove
stand between
deliver
bring through
hold to
patrol
patron
hold
watch over
prevent
advocate
sheltering
patronise
cradle
retain

Whoever wants to retain everything lets everything escape. - Her şeyi korumak isteyen her şeyin kaçışına izin verir.

fence
keep guard
encourage
safeguard

We must fight to safeguard our civil rights. - Vatandaşlık haklarımızı korumak için mücadele etmeliyiz.

embosom
embower
(sihirli bir güçle) charm
shelter

People devised shelters in order to protect themselves. - İnsanlar kendilerini korumak için sığınaklar tasarladı.

to preserve, maintain
shade
to protect, guard, shield, watch over; to defend
to protect; to save; to defend; to guard; to watch over; to preserve, to conserve
screen
to cover, take care of (an expense)
cocoon
sponsor
shield

All the police officers were equipped with shields to defend themselves against the rioters. - Bütün polis memurları kendilerini ayaklanmacılara karşı korumak için kalkanlarla donatıldı.

spare
indemnify
convoy
{f} ward
ride herd on
safe guard
deliver from
reserve
perpetuate
charm
{f} vindicate
fend
koru
{i} grove

Sami hid his car in a grove of trees. - Sami arabasını bir ağaç korusuna sakladı.

I went into the grove with him. - Onunla birlikte koruya girdim.

koruma
conservation

This is due to conservation of angular momentum. - Bu açısal momentin korumasından dolayıdır.

This has been designated a conservation area. - Bu bir koruma alanı olarak adlandırıldı.

koruma
protection

She asked the police for protection. - O, polislerden koruma istedi.

They wanted protection. - Onlar koruma istediler.

koruma
{i} preservation

Sleep is essential for the preservation of life. - Uyku, yaşamı korumak için gereklidir.

koruma
guard

The President's guards are stationed in front of the entrance. - Devlet Başkanının korumaları girişin önünde konuşlandırıldılar.

Tom couldn't get past the guard. - Tom korumayı geçemedi.

korumak sihirli bir güçle
charm
koruma
maintenance
koruma
escort

The bus driver didn't stop at any bus stops, but continued until he arrived in Boston with a police escort. - Otobüs şoförü herhangi bir otobüs durağında durmadı, ancak bir polis korumasında Boston'a gelene kadar devam etti.

koruma
bodyguard

Tom has a personal bodyguard. - Tom'un özel koruması var.

Do you want me to be your bodyguard? - Koruman olmamı ister misin?

koruma
{i} shield

All the police officers were equipped with shields to defend themselves against the rioters. - Bütün polis memurları kendilerini ayaklanmacılara karşı korumak için kalkanlarla donatıldı.

koruma
{i} maintaining

I've been trying to find out who is responsible for maintaining this road. - Bu yolu korumak için kimlerin sorumlu olduğunu bulmaya çalışıyordum.

koruma
{i} umbrella
koru
wood

The wood was kindled, the flames arose, and a mouldering heap of ashes was soon all that remained of Mrs Askew and her fellow martyrs. - Koru yakıldı, alevler yükseldi, ve kısa sürede bayan Askew ve arkadaş şehitleriyle ilgili geriye kalan bütün şey dökülen bir küller yığınıydı.

koru
protect

Everyone has the right to work, to free choice of employment, to just and favourable conditions of work and to protection against unemployment. - Her şahsın çalışmaya, işini serbestçe seçmeye, adil ve elverişli çalışma şartlarına ve işsizlikten korunmaya hakkı vardır.

Everyone has the right to form and to join trade unions for the protection of his interests. - Herkesin menfaatlerinin korunması için sendikalar kurmaya ve bunlara katılmaya hakkı vardır.

koru
plantation
koru
maintain

All people shall have the right to maintain the minimum standards of wholesome and cultured living. - Tüm insanlar sağlıklı ve kültürlü yaşam minimum standartlarını koruma hakkına sahip olacaktır.

He maintains his car well. - O, arabasını iyi korur.

koruma
(Bilgisayar) protect

They know the importance of protecting the earth. - Dünyayı korumanın önemini biliyorlar.

One has to protect his family. - İnsan ailesini korumak zorundadır.

koruma
defending
koruma
guarding
koruma
{i} retention
koruma
{s} protective
koruma
{i} safeguard

We must fight to safeguard our civil rights. - Vatandaşlık haklarımızı korumak için mücadele etmeliyiz.

telif hakkı ile korumak
copyright
koru
(Bilgisayar) keep

He's keeping a straight face. - O, ciddiyetini koruyor.

You must eat properly to keep up your strength. - Gücünü korumak için gerektiği şekilde yemelisin.

koru
woods
koruma
(Tıp) prevention

This museum is equipped with a fire prevention system. - Bu müze bir yangın koruma sistemi ile donatılmıştır.

koruma
exclusivity
koruma
plantation
koruma
prophylaxis
koruma
saving

Protecting the environment means saving ourselves. - Çevreyi korumak kendimizi korumak anlamına gelir.

koruma
shelter

People devised shelters in order to protect themselves. - İnsanlar kendilerini korumak için sığınaklar tasarladı.

koruma
(Askeri) armouring
koruma
hedge
koruma
trust
koruma
(Politika, Siyaset) expulsion
koruma
shielding
koruma
(Ticaret) safe guards
koruma
cure
koruma
guardianship
koruma
defence
koruma
(İnşaat) storage
koruma
protecting

They know the importance of protecting the earth. - Dünyayı korumanın önemini biliyorlar.

He made an admirable speech about protecting the environment. - O, çevreyi koruma hakkında taktire şayan bir konuşma yaptı.

koruma
(Bilgisayar) protect for
metanetini korumak
maintain one's composure
koru
{f} preserve

Good traditions should be preserved. - İyi geleneklerin korunması gerekir.

Rainforests should be preserved. - Yağmur ormanları korunmalı.

koru
{f} protected

The surrounding hills protected the town. - Çevreleyen tepeler kasabayı korudu.

The mother cat protected her kittens. - Anne kedi yavrularını korudu.

koru
{f} sheltering
koru
{f} conserving
koru
{f} saved
koru
{f} preserving

Preserving world peace is one of the main purposes of the United Nations. - Dünya barışını korumak, Birleşmiş Milletlerin temel amaçlarından biridir.

We don't need a formal institution for preserving peace. - Barışı korumak için resmi bir kuruma ihtiyacımız yok.

koru
{f} guarded

The prison is heavily guarded. - Hapishane ağır biçimde korunuyor.

The soldiers guarded the bridge. - Askerler köprüyü korudular.

koru
copse
koru
{f} sheltered

Tom has led a sheltered life. - Tom korunaklı bir hayat sürdü.

These flowers should be sheltered from the rain. - Bu çiçekler yağmurdan korunmalıdır.

koru
{f} safekeeping

The valuables are in the safekeeping of the bank. - Değerli şeyler bankanın korumasındadır.

koru
spinney
koru
{f} maintaining

I've been trying to find out who is responsible for maintaining this road. - Bu yolu korumak için kimlerin sorumlu olduğunu bulmaya çalışıyordum.

koru
debar from
koru
conserve

We need to conserve ammo. - Cephaneyi korumalıyız.

Tom must conserve his strength. - Tom gücünü korumak zorundadır.

koru
{f} saving

Can Tatoeba contribute to the saving of endangered languages? - Tatoeba, yok olma tehlikesinde olan dillerin korunmasında katkıda bulunabilir mi?

Protecting the environment means saving ourselves. - Çevreyi korumak kendimizi korumak anlamına gelir.

koru
{f} maintained

The sidewalk is well maintained. - Kaldırım iyi korunmuştur.

Dan maintained his innocence all along the lawsuit. - Dan tüm dava boyunca masumiyetini korudu.

koru
{f} preserved

Rainforests should be preserved. - Yağmur ormanları korunmalı.

Good traditions should be preserved. - İyi geleneklerin korunması gerekir.

koru
{f} guard

Some companies have guards at the front desk instead of receptionists. - Bazı şirketlerin resepsiyonda resepsiyonist yerine korumaları var.

The secret service guards him against attack. - Gizli servis onu saldırıya karşı koruyor.

koru
{f} safeguard

We must fight to safeguard our civil rights. - Vatandaşlık haklarımızı korumak için mücadele etmeliyiz.

koru
{f} protecting

I'm responsible for protecting her. - Onu korumakla sorumluyum.

We're supposed to be protecting Tom. - Tom'u korumamız gerekiyor.

koru
{f} shelter

Tom sought shelter from the rain. - Tom yağmurdan korunmak için sığınak aradı.

People devised shelters in order to protect themselves. - İnsanlar kendilerini korumak için sığınaklar tasarladı.

koru
{f} guarding

The soldiers were guarding the bridge. - Askerler köprüyü koruyorlardı.

Cuban soldiers were guarding the streets. - Kübalı askerler sokakları koruyordu.

koru
bring through
koru
{f} shielded

Tom shielded his eyes from the sun. - Tom gözlerini güneşten korudu.

koru
brought through
koruma
conservancy
koruma
security
koruma
keeping

Keeping existing clients is just as important as finding new ones. - Var olan müşterileri korumak, yenilerini bulmak kadar önemlidir.

koruma
care

We must all take care to preserve our national heritage. - Hepimiz ulusal mirasımızı korumak için özen göstermeliyiz.

To do our part to protect the elderly, we work to educate and watch out for our clients during our caregiving activities. - Yaşlıları korumak için üzerimize düşeni yapmak amacıyla, bakım çalışmalarımız sırasında müşterilerimizi eğitmeye ve onlara göz kulak olmaya çalışıyoruz.

koruma
ward
koruma
body guard
koruma
safekeeping

The valuables are in the safekeeping of the bank. - Değerli şeyler bankanın korumasındadır.

rekabet gücünü korumak
To maintain competitiveness
asayişi korumak
to keep the peace
barışı korumak
keep the peace
ciddiyetini korumak
to keep a straight face
dengesini korumak
keep one's balance
duvarla korumak
wall up
formunu korumak
to keep fit
hakkını korumak
vindicate
istihdamın devamlılığını korumak
(Hukuk) to safeguard the continuity of employment
istihkâmları düşman ateşinden korumak
defilade
kendini korumak
fend
kendini korumak
guard oneself
koru
small forest
koru
holt
koru
coppice
koru
grove, small wood
koru
grove, copse, coppice
koru
boscage
koru
broughtthrough
koru
buffer
koru
debarfrom
koru
{f} shield

Tom shielded his eyes from the sun. - Tom gözlerini güneşten korudu.

All the police officers were equipped with shields to defend themselves against the rioters. - Bütün polis memurları kendilerini ayaklanmacılara karşı korumak için kalkanlarla donatıldı.

koru
bringthrough
koru
conserved

He conserved his energy for the next game. - Bir sonraki oyun için enerjisini korudu.

koruma
lifeguard

The lifeguards are here to protect us. - Can kurtaranların bizi korumak için burada.

koruma
convoy
koruma
egis
koruma
defense

Tom claims he shot Mary in self defense. - Tom kendini korumak için Mary'yi vurduğunu iddia ediyor.

koruma
aegis [Brit.]
koruma
covering
koruma
(Hukuk) protection, safeguard, shielding, preservation
koruma
patronage
koruma
favour [Brit.]
koruma
indemnity
koruma
favor

Eugenia shared with us her favorite oils for cleaning the face and protecting the skin. - Eugenia yüzü temizlemek ve cildi korumak için en sevdiği yağları bizimle paylaştı.

koruma
custody
koruma
protection, defence, guard; conservation; patronage; prevention, prophylaxis
koruma
asylum
koruma
{i} shade
koruma
patron
koruma
{i} aegis
koruma
muniment
koruma
{i} tutelage
koruma
{i} shadow
koruma
{i} auspices
koruma
{i} favour
koruma
protector
mevcut durumu korumak
stay on hold
set yaparak korumak
dike
soğukkanlılığını korumak
keep one's head
tampon ile korumak
buffer
yan tarafı korumak
flank
yerini korumak
be one's own man
yerini korumak
hold one's own
ışıktan korumak
shade
Turkish - Turkish
Tehlikeye karşı denetimi altında bulundurmak, savunmak, müdafaa etmek
Bir şeyin eskimesini, yıpranmasını önlemek için gereken dikkat ve özeni göstermek
Süregelen bir durumun değişikliğe uğramasını önlemek
Karşılamak, denk gelmek
Güçlü bir kimse veya kuruluş, güçsüz birini veya bir şeyi desteklemek, himaye etmek: "Beni kendi kardeşi gibi sever, babasının hışmından korurdu."- R. Enis
Güçlü bir kimse veya kuruluş, güçsüz birini veya bir şeyi desteklemek, himaye etmek
Bir kimseyi veya bir şeyi dış etkilerden, tehlikeden veya zor bir durumdan uzak tutmak, muhafaza etmek, vikaye etmek, sıyanet etmek: "Orasını tozdan, yağmurdan korumak borcumuzdur."- O. S. Orhon
Tehlikeli, zararlı durumları önlemek
Bir kimseyi veya bir şeyi dış etkilerden, tehlikeden veya zor bir durumdan uzak tutmak, muhafaza etmek, vikaye etmek, sıyanet etmek
sıyanet etmek
(Osmanlı Dönemi) MUHAMAT
Koru
golluk
Koruma
(Hukuk) SİYANET
Koruma
(Osmanlı Dönemi) TESAHUB
Koruma
(Hukuk) SIYANET
Koruma
(Osmanlı Dönemi) HIRASET
Koruma
(Hukuk) VİKAYE
koru
Bakımlı küçük orman
koru
Küçük orman
koru
Küçük ve bakımlı orman
koruma
Korumak işi
koruma
Can güvenliğinin tehlikede olduğu düşünülen bir kimseyi saldırılardan korumak üzere görevlendirilmiş kişi
koruma
Himaye
koruma
(Osmanlı Dönemi) muhâfaza
korumak
Favorites