konuşturmamak

listen to the pronunciation of konuşturmamak
Turkish - English
(neg. form of konuşturmak ) not to rule smb. out of order
rule smb. out of order
konuş
speak

John can't speak French well. - John, Fransızcayı iyi konuşamıyor.

Frankly speaking, he is untrustworthy. - Açıkça konuşmak gerekirse, o güvenilmez biri.

konuş
{f} spoke

Which language is spoken in the U.S.A.? - ABD'de hangi diller konuşuluyor?

It isn't a surprise that English is the world's most spoken language. - Hiç şüphe yok ki İngilizce dünyada en çok konuşulan dildir.

konuş
{f} commune
konuş
(Tıp) conus
konuş
talk to

Mary was lonely because the other students didn't talk to her. - Diğer öğrenciler onunla konuşmadığından dolayı Mary yalnızdı.

Please come to talk to me. - Lütfen benimle konuşmaya gel.

konuş
{f} talk

John was in such a hurry that he had no time for talking. - John o kadar telaşlıydı ki konuşmaya vakti yoktu.

Don't talk with your mouth full. - Ağzın doluyken konuşma.

konuş
commune with
konuş
spoke out
konuş
speak out

Better to remain silent and be thought a fool than to speak out and remove all doubt. - Sessiz kalmak ve bir aptal olarak düşünülmek bütün şüpheyi açıkça konuşmak ve gidermekten daha iyidir.

You need to speak out. - Senin konuşman gerekiyor.

konuş
{f} spoken

It isn't a surprise that English is the world's most spoken language. - Hiç şüphe yok ki İngilizce dünyada en çok konuşulan dildir.

Which language is spoken in the U.S.A.? - ABD'de hangi diller konuşuluyor?

konuş
spoke to
konuş
speak to

She doesn't speak to me. - O benimle konuşmuyor.

She may well refuse to speak to you because she's in a very bad mood. - O, kötü bir ruh hali içerisinde olması dolayısıyla seninle konuşmayı reddedebilir.

konuş
spoken out
konuş
{f} tongue

Do not fear the heavens and the earth, but be afraid of hearing a person from Wenzhou speak in their local tongue. - Göklerden ve yerden korkmayın fakat Wenzhou'lu bir kişinin kendi dilini konuştuğunu duymaktan korkun.

Brent is an American, but he speaks Japanese as if it were his mother tongue. - Brent bir Amerikalı, ama o sanki onun ana diliymiş gibi Japonca konuşuyor.

konuş
{f} talked

In the tent we talked and talked. - Çadırda sürekli konuştuk.

They talked during the movie. - Film sırasında konuştular.

konuş
{f} talking

Who were you talking to? - Kiminle konuşuyordun?

Who were you talking with? - Kiminle konuşuyordun?

konuş
spoken to
konuş
{f} speaking

Speaking English is not easy. - İngilizce konuşmak kolay değildir.

I'm not very good at speaking Arabic. - Çok iyi Arapça konuşamıyorum.

konuş
discourse

In their discourse after dinner, they talked about politics. - Yemekten sonraki konuşmalarında, onlar politikadan bahsettiler.

başka kimseyi konuşturmamak
monopolize the conversation
konuş
placing, arrangement
konuş
(Askeriye) disposition, deployment
konuş
geol. location
konuş
intercede
konuş
converse

I need someone with whom I can converse. - Konuşabileceğim birine ihtiyacım var.

We conversed until late at night while eating cake and drinking tea. - Biz kek yerken ve çay içerken gece geç saatlere kadar konuştuk.

sözünü kesip konuşturmamak
rule smb. out of order
Turkish - Turkish

Definition of konuşturmamak in Turkish Turkish dictionary

konuş
Konma işi veya biçimi
konuş
Konum
konuş
Bütün imkânlar göz önünde tutularak kara, hava ve deniz birliklerinin yerleştirilmesi biçimi
konuşturmamak
Favorites