Avrupa'da kamusal alanın yokluğu artan bir şiddetle hissediliyor.
- The lack of a public sphere in Europe is being felt more and more keenly.
Avrupa'da bir kamusal alan eksikliği giderek şiddetle hissedilmektedir.
- The lack of a public sphere in Europe is being felt increasingly keenly.
Keskin bir yön duygusuna sahipsin.
- You have a keen sense of direction.
Çocukların keskin bir işitme duyusu var.
- The kid has a keen sense of hearing.
Bu tür müziğe hevesli değilim.
- I'm not keen on this kind of music.
Erkek kardeşim pul toplama heveslisidir.
- My brother is keen on collecting stamps.
O, müziğe çok düşkün gibi görünüyordu.
- He seemed to be very keen on music.
Tom sörf yapmaya düşkündür.
- Tom is keen on surfing.
Tom kalede kalmaya hiç istekli değildi, onun perili olduğunu duymuştu.
- Tom wasn't at all keen to stay in the castle, which he'd heard was haunted.
Onlarla gitmeye çok istekli misin?
- Are you very keen about going with them?
Yarın gelmeye çok meraklı değil.
- He is not very keen on coming tomorrow.
Do you want to learn another language? / I'm keen..
Keen—meaning 'brisk'? Nay, here the Language warps:'Tis singing bawdy Ballads to a Corpse.
So keen and greedy to confound a man. -Shak.
Can we this quote? That my keen knife see not the wound it makes. -Shak.
Can we this quote? Before the keen inquiry of her thought. -Cowper.
keen prices.
I just got this peachy keen new dress.