kalıntı

listen to the pronunciation of kalıntı
Turkish - English
residual
ruins

We were looking at the ruins of the old fortress. - Eski hisarın kalıntılarına bakıyorduk.

If you want to know more about these ruins, you should ask an archaeologist. - Bu kalıntılar hakkında daha fazla bilmek istiyorsan, bir arkeoloğa sormalısın.

remnant
rest
relic

The relics of your grandparents are in this church. - Dede ve ninelerinin kalıntıları bu kilisededir.

Cherish our cultural relics; it is all our duty. - Kültürel kalıntılarımıza değer verin; hepsi bizim görevimizdir.

end
hangover

Tom woke up the next day with a painful hangover. - Tom ertesi gün acı bir kalıntı ile uyandı.

remainder
(Hukuk) residue
ruin; ruins, remains
remnant, remainder, leftovers
waif
rump
carcass
spoils
remnant, remainder, leavings; ruin, ruins; residue; mark, trace
carcase
insoluble residue
inclusion
vestige
mark
finding
fossil

Scuba divers have found many interesting things under water including gold coins, ancient ruins, and fossils of extinct animals. - Tüplü dalgıçlar suyun altında altın paralar, antik kalıntılar, soyu tükenmiş hayvanların kalıntıları dahil birçok ilginç şeyler buldu.

stub
trace
remains

We must try to preserve the remains of ancient civilizations. - Antik uygarlıkların kalıntılarını korumaya çalışmalıyız.

Human remains were found during the excavation. - Kazı sırasında insan kalıntıları bulundu.

ruin

The Stone Age ruins were discovered. - Taş Devri kalıntıları keşfedildi.

We were looking at the ruins of the old fortress. - Eski hisarın kalıntılarına bakıyorduk.

wreckage
{i} remain

They took away the remains of a civilization lost in history. - Onlar tarihte kaybolmuş bir uygarlığın kalıntılarını çaldılar.

Human remains were found during the excavation. - Kazı sırasında insan kalıntıları bulundu.

oddment
the hangover
balance
palimsest
kalıntılar
{i} remains

We must try to preserve the remains of ancient civilizations. - Antik uygarlıkların kalıntılarını korumaya çalışmalıyız.

The only proof was the remains of the semen which had stuck to the underwear. - Tek kanıt iç çamaşıra yapışmış meni kalıntılarıydı.

kalıntılar
ruins

We were looking at the ruins of the old fortress. - Eski hisarın kalıntılarına bakıyorduk.

The ruins are worth visiting. - Kalıntılar görülmeye değerler.

elek üzerinde kalıntı
residue on sieve
fosil kalıntı
fossil record
fosil kalıntı
(Jeoloji) fossil recorder
kalıntılar
relics

The relics of your grandparents are in this church. - Dede ve ninelerinin kalıntıları bu kilisededir.

We discovered relics of an ancient civilisation. - Eski bir uygarlıkla ilgili kalıntılar bulduk.

kalıntılar
antiquity
kalıntılar
remain

The only proof was the remains of the semen which had stuck to the underwear. - Tek kanıt iç çamaşıra yapışmış meni kalıntılarıydı.

We must try to preserve the remains of ancient civilizations. - Antik uygarlıkların kalıntılarını korumaya çalışmalıyız.

radyoaktif kalıntı
radioactive fallout
taşıl kalıntı
fossil record
Turkish - Turkish
Bir toplum, kültür, uygarlık vb.nden artakalan şey: "Bu babacan, filozof ve hazırcevap insanlar kuşağı, tükenen bir görgü devrinin son kalıntıları gibidir."- H. Taner
Bir kentten veya mimarlık eserinden artakalan bölüm, yıkıntı, harabe, enkaz: "Efes, Bergama'nın kalıntıları, ulaştıkları uygarlığı serer gözler önüne."- N. Cumalı. İz, işaret
İz, işaret
Artıp kalan şey, bakiye
Bir toplum, kültür, uygarlık vb.den artakalan şey
Bir kentten veya mimarlık eserinden artakalan bölüm, yıkıntı, harabe, enkaz
tortu
bakiye
Kalıntılar
bakaya
kalıntı
Favorites