kalınlaştırma

listen to the pronunciation of kalınlaştırma
Turkish - English
thickening
a thickened part of a structure

the inner layer (of nearly equally large cells) lacks the regular semiannular or annular thickenings of most other leafy liverworts.

Simple past tense and past participle of thicken
the process of making something, or becoming, thick or viscous
a substance, usually a source of starch, used to thicken a sauce
any material used to thicken; "starch is used in cooking as a thickening"
becoming more intricate or complex; "a thickening plot"
any thickened enlargement
the act of thickening any material used to thicken; "starch is used in cooking as a thickening"
Something put into a liquid or mass to make it thicker
becoming more intricate or complex; "a thickening plot
{i} act of making thick in consistency; process of becoming thick; process of growing more intricate, process of becoming increasingly complex
accumulating and becoming more intense; "the deepening gloom"; "felt a deepening love"; "the gathering darkness"; "the thickening dusk"
the act of thickening
the act of thickening any material used to thicken; "starch is used in cooking as a thickening" becoming more intricate or complex; "a thickening plot
kalın
thick

I cannot finish reading this thick book in a week. - Ben bir hafta içinde bu kalın kitabı okumayı bitiremem.

Has your neck thickened during the previous year? - Boynun bir önceki yılda kalınlaştı mı?

kalınlaştırmak
{f} thicken
kalın
coarse
kalın
dense

Tom can't believe how dense Mary is. - Tom, Mary'nin ne kadar kalın kafalı olduğuna inanamıyor.

kalın
thicker

The Earth is thicker around the equator. - Dünya ekvator çevresinde daha kalındır.

Blood is thicker than water. - Kan sudan daha kalın.

kalın
(Muzik) low
kalın
(Dilbilim) back

If you shave your hair, it will grow back thicker. - Saçını tıraş edersen, tekrar daha kalın uzayacaktır.

kalın
deep
kalın
rich
kalın
gross
kalın
(Mekanik) course
kalın
(Bilgisayar) bold on
kalınlaştırmak
(Muzik) lower
kalınlaştırmak
(Muzik) flatten
kalın
leathery
kalın
stout
kalın
fat

My fingers are too fat to fit into these gloves. - Parmaklarım bu eldivenlere sığmayacak kadar kalın.

kalın
boldface , thick , bold
kalın
thick; stout, coarse; dense; (ses) deep; rich
kalın
grave
kalın
back (vowel)
kalın
slang rich, wealthy, in the money, well-off, well-fixed
kalın
bold

This morning at the station, her attention was caught by a poster with bold letters. - Bu sabah istasyonda, kalın harfli bir afiş onun dikkatini çekti.

kalın
blubber
kalınlaştırmak
to thicken, to make thick
kalınlaştırmak
to thicken, make (something) thick
Turkish - Turkish
Kalınlaştırmak işi veya durumu
kalın
Uzunluk ve genişlik dışında üçüncü boyutu çok olan, ince karşıtı
kalın
Enli ve gür
kalın
Etli, dolgun
kalın
Pes
Kalınlaştırmak
(Osmanlı Dönemi) TELCİN
Kalınlaştırmak
kalınlatmak
kalın
Gelin olacak kıza erkek tarafından verilen para veya armağan, ağırlık
kalın
Gelin olacak kıza erkeğin verdiği para ya da armağan
kalın
Gelin olacak kıza erkek tarafından verilen para veya armağan, ağırlık: "Babam senden çok mu istedi kalını?"- Halk türküsü
kalın
Yoğun, akıcılığı az olan
kalın
Cisimlerde uzunluk ve genişlik dışında üçüncü boyutu çok olan, ince karşıtı: "Alt katta her tarafın pencereleri kalın, sık demir parmaklıklarla örtülüydü."- H. R. Gürpınar
kalın
Kars yöresine özgü, tandırda pişirilen bir tür pide
kalın
Etli, dolgun: "Dudakları kalın, yüzü ergenlik içinde..."- M. Ş. Esendal
kalın
Eski Türkler'de kız kaçıran boy'un, cezadan kurtulmak için kız tarafına verdiği mal
kalın
Enli ve gür: "Sermet iri siyah gözlerini kalın kaşlarıyla beraber kaldırdı."- Ö. Seyfettin
kalın
Düzlem biçimindeki şeylerde, iki yüz arasındaki uzaklık kendi cinsindekilere göre çok olan
kalın
Pes (ses): "Aileyi geçindiren babaya bu kalın sesli, kalın kaşlı, yumuşak bakışlı adama saygı ile, biraz da korku ile bağlanmışızdır."- H. Taner
kalın
Mayalı hamurun parçalara ayrılıp tandırda pişirilmesiyle elde edilen ekmek türü
kalınlaştırmak
Kalın duruma getirmek
kalınlaştırma
Favorites