kırıcı

listen to the pronunciation of kırıcı
Turkish - English
offending
injurious
burster
waspish
(Aydınlatma) refractor
offensive

His smug behavior is offensive. - Onun kendini beğenmişliği kırıcı.

His smug behavior is offensive. - Onun kendini beğenmiş davranışı kırıcıdır.

crusher
breaking
crushing
breaker
shocking
galling
harsh

Don't use harsh language. - Kırıcı bir dil kullanmayın.

invidious
offensive, hurtful (word, action)
scathing

Tom wrote a scathing review of Mary's book. - Tom, Mary'nin kitabı ile ilgili kırıcı bir eleştiri yazdı.

unkind

Don't be unkind to your friends. - Arkadaşlarınıza karşı kırıcı olmayın.

cutting
breaking, crushing; offensive, cutting, biting, hurtful, acid, unkind, abrasive, scathing, sharp; breaker
disobliging
scorching
stinging
cracker
smart
vitriolic
acid
abrasive
obdurate
tyrant
refractive
kır
prairie

Laura Ingalls grew up on the prairie. - Laura Ingalls kırda büyüdü.

kır
{i} grizzle
onur kırıcı
derogatory
kırıcı (söz)
cutting
kırıcı (söz)
choice
kırıcı davranış
cut
kırıcı bir biçimde
scathingly
kırıcı bir şekilde
injuriously
kırıcı bir şekilde
disobligingly
kırıcı eleştiri
smasher
kırıcı güç
(Fotoğrafçılık) refractive power
kırıcı konuşmak
snap at smb
kırıcı merdane
crushing roll
kırıcı merdane
crushing rolls
kırıcı silindir
crusher roll
kırıcı silindir
crushing rolls
kırıcı söz
lash of one's tongue
kırıcı söz
stinger
kırıcı tabanca
air breaker
kırıcı çift katlı elek
crusher double deck screen
kır
field

A herd of friesian cattle graze in a field in British countryside. - Siyah alaca sığır sürüsü İngiliz kırsalında bir tarlada otlar.

Cattle were grazing in the field. - Sığırlar kırsalda otlanıyorlar.

kır
countryside

They lived in the countryside during the war. - Savaş sırasında kırsalda yaşadılar.

The countryside is beautiful in the spring. - Kırsal İlkbaharda güzeldir.

cesaret kırıcı
discouraging

It was pretty discouraging. - O oldukça cesaret kırıcıydı.

The answer was discouraging. - Cevap cesaret kırıcıydı.

heves kırıcı
disappointing
kır
Moor
kır
{s} grey
kır
{f} broke

Jack hid the dish he had broken, but his little sister told on him. - Jack kırdığı tabağı sakladı fakat küçük kız kardeşi onu gammazladı.

This window has been broken for a month. - Bu pencere bir aydır kırıktır.

kır
{i} fell

I broke my wrist when I fell on it. - Üzerine düştüğümde bileğimi kırdım.

She fell down and broke her left leg. - Düştü ve sol bacağını kırdı.

onur kırıcı
humiliating
umut kırıcı
disappointing

That would be terribly disappointing. - Bu son derece umut kırıcı olurdu.

cesaret kırıcı
deterring
cesaret kırıcı
dispiriting
cesaret kırıcı
unnerving
grev kırıcı işçi
(Ticaret) strike breaker
grev kırıcı işçi
(Ticaret) blackleg
ikon kırıcı
(Tarih) iconoclastic
ikon kırıcı
(Tarih) iconoclast
kalp kırıcı
heartbreaking

This is really heartbreaking. - Bu gerçekten kalp kırıcı.

kalp kırıcı
heart breaker
kır
blot
kır
wild

I like studying wild flowers. - Kır çiçeklerini öğrenmeyi seviyorum.

Tom and Mary picked some wildflowers by the river. - Tom ve Mary nehrin yanında birkaç kır çiçeği topladı.

kır
the country

Feeling tired after his walk in the country, he took a nap. - Kırsaldaki yürüyüşünden sonra yorgun hissettiği için şekerleme yaptı.

We spent a quiet day in the country. - Biz kırda sessiz bir gün geçirdik.

kır
the wild

Barsoom was the biggest Martian town. It had the fanciest saloon. It was the Wild, Wild Red. - Barsoom en büyük Mars kentiydi. En süslü salona sahipti. Orası Vahşi, Vahşi Kırmızıydı.

I saw the girls pick the wild flowers. - Kızların kır çiçekleri topladığını gördüm.

kır
slopes
onur kırıcı
indignity
onur kırıcı
infradig
kır
hoar
kır
breake
kır
wilderness
kır
grizzled
kır
country

Every summer I go to the countryside. - Her yaz kırsala giderim.

Why do you think Tom prefers living in the country? - Tom'un niçin kırsal alanda yaşamayı tercih ettiğini düşünüyorsun?

kır
heath
kır
break up

Tom looks forward to his lunchtime run, to break up the monotony of his working day. - Çalışma günü monotonluğunu kırmak için Tom öğle vakti koşusuna can atıyor.

kır
{f} shattering
kır
{f} broken

He got a broken jaw and lost some teeth. - Kırık bir çenesi var ve birkaç dişini kaybetti.

She is responsible for this broken window. - Bu kırık pencereden o sorumludur.

kır
{f} break

The last straw breaks the camel's back. - Devenin belini kıran son saman çöpü.

Art breaks the monotony of our life. - Sanat hayatın monotonluğu kırar.

kır
{f} breaking

I must apologize to you for breaking the vase. - Vazoyu kırdığım için senden özür dilemeliyim.

The boy admitted breaking the window. - Çocuk pencereyi kırdığını kabul etti.

kır
{f} shattered

Tom's self-confidence was shattered after his boss dressed him down in front of his workmates. - Tom'un öz güveni, patronu iş arkadaşlarının yanında kendisini haşlayınca kırıldı.

kır
shatter

Tom's self-confidence was shattered after his boss dressed him down in front of his workmates. - Tom'un öz güveni, patronu iş arkadaşlarının yanında kendisini haşlayınca kırıldı.

hayal kırıcı
Disappointing
ağırşaklı kırıcı
disk crusher
balon kırıcı halka
balloon control ring
balon kırıcı rayı
balloon control rings
beton kırıcı
(İnşaat,Teknik) concrete breaker
beton kırıcı
road breaker
cesaret kırıcı
disheartening
cesaret kırıcı
demoralizing
cesaret kırıcı bir biçimde
unnervingly
cesaret kırıcı bir şekilde
dishearteningly
cesaret kırıcı bir şekilde
discouragingly
cesaret kırıcı bir şekilde
depressively
diskli kırıcı
disk crusher
döner kırıcı
rotary crusher
emme kırıcı
vakuum breaker
gezer kırıcı
(İnşaat) mobile crusher
grev kırıcı
blackleg
grev kırıcı
strike breaker
grev kırıcı
strikebreaker, blackleg, scab
grev kırıcı
scab
grev kırıcı
(Ticaret) strikebraker
grev kırıcı işçi
fink
gurur kırıcı
(deyim) beneath one's dignity
gurur kırıcı
galling
gurur kırıcı davranış
indignity
heves kırıcı
discouraging
kamış kırıcı
shredder
konik kırıcı
cone crusher
kır
countryside, the country, rural area
kır
grey, gray; grey, gray; (saç) hoary, hoar
kır
grayish
kır
moorland
kır
(Tabiat Doğa) de: Heideland heath
kır
frosty

Young plants should be protected in frosty weather. - Genç bitkiler kırağılı havadan korunmalıdır.

kır
grayness
kır
uncultivated and open country
kır
greyish
kır
grizzly
kır
gray

Tom was wearing a gray suit and a red tie. - Tom gri bir takım elbise giyiyordu ve kırmızı bir kravat takıyordu.

Tom was wearing a gray suit with a red tie. - Tom kırmızı kravatla gri bir takım elbise giyiyordu.

kır
bent

The bamboo bent but did not break. - Bambu eğildi ama kırılmadı.

kır
diffract
kır
rive

Tom and Mary picked some wildflowers by the river. - Tom ve Mary nehrin yanında birkaç kır çiçeği topladı.

kır
refract
kır
griseous
kır
ruffle
kır
weald
kır
knap
kır
champaign
kır
riven
mekanik kırıcı
mechanical pick
mikrop kırıcı lamba
(Aydınlatma) germicidal lamp
mikrop kırıcı ışınım
(Aydınlatma) germicidal radiation
onur kırıcı
infra dig
onur kırıcı bir şekilde
discreditably
onur kırıcı bir şekilde
caustically
onur kırıcı bir şeye zorlanmak
eat crow
onur kırıcı davranışa katlanmak
run the gauntlet of smth
onur kırıcı kovulma
dishonorable discharge
ses kırıcı
sordine
ses kırıcı
sordino
silindirik kırıcı
roller crusher
silindirli kırıcı
rolling crusher
taş kırıcı
stone crusher
topak kırıcı
sugar breaker
umut kırıcı
(Turizm) anticlimactic
yumru kırıcı vals
(Matbaacılık, Basımcılık) lump breaker roll
çeneli kırıcı
jaw crusher, jawbreaker
ümit kırıcı
disheartening
Turkish - Turkish
Kaba, sert, çevresindekileri inciten
Kırınım oluşturan
Bir şeyin gerektiği gibi gelişmesini, oluşmasını önleyici, engelleyici
Senet, tahvil, bono ve süresi gelmemiş alacaklarla ilgili alışveriş veya işler yapan kimse veya kuruluş
Kırma işini yapan
Kır
(Osmanlı Dönemi) BEYABAN
Kır
sahra
Kır
(Osmanlı Dönemi) BERİYYE
bobin kırıcı
Dağınık iplik bobinlerini düzelten ve boyamaya elverişli biçime getiren makinede çalışan (kimse)
grev kırıcı
Grevi kırma girişiminde bulunan kimse
kır
Bu renkte olan. Şehir ve kasabaların dışında kalan, çoğu boş ve geniş yer: "Araba tenha, düz yolda tıkır tıkır gidiyor, ara sıra kır kokuları getiren hafif bir rüzgâr esiyordu."- Ö. Seyfettin
kır
Kulağı beyaz işaretli keçi
kır
Şehir ve kasabaların dışında kalan, çoğu boş ve geniş yer
kır
Beyazla az miktarda siyah karışmasından oluşan renk: "Gözlerinden, kırları artan sakalına bir iki damla yaş düştü."- F. R. Atay
kır
Orman, dağ vb.ne karşıt olan açıklık yer: "Bizim kır evinde roman var; fakat roman dersi verecek bir edebiyat kitabı yok."- F. R. Atay
kır
Tarla
kır
Bu renkte olan
kır
Orman, dağ vb.ne karşıt olan açıklık yer
kır
Beyazla az miktarda siyah karışmasından oluşan renk