Sadako wanted to say more, but her lips just didn't want to move anymore.
- Sadako daha fazlasını demek istiyordu ama dudakları artık kımıldamak istemedi.
There was a car accident and the traffic didn't move an inch.
- Bir araba kazası vardı ve trafik bir inç kımıldamadı.
Don't move until I tell you to.
- Ben kımıldamanı söyleyinceye kadar kımıldama.
The horse stopped and wouldn't move.
- At durdu ve kımıldamadı.
We did not move for fear we should wake him up.
- Onu uyandırma korkusuyla kımıldamadık.