kötülüğü

listen to the pronunciation of kötülüğü
Turkish - English
evil
Intending to harm; malevolent
Any particular individual or state which may follow these forces or behaviors
If you describe something as evil, you mean that you think it causes a great deal of harm to people and is morally bad. After 1760 few Americans refrained from condemning slavery as evil
that which causes harm or destruction or misfortune; "the evil that men do lives after them; the good is oft interred with their bones"- Shakespeare tending to cause great harm morally bad or wrong; "evil purposes"; "an evil influence"; "evil deeds
Anything which impedes evolutionary development
Gone off, fattening, etc
tending to cause great harm
That which lacks purpose, does harm and is inseparable from pleasure and pain; malevolent and inhumane behavior marked by aggression; nescience, miserableness Evil is the antonym of Good Compare Hubris
An aspect of alignment that focuses on bringing harm, oppression, or death to other beings Also, the opposite of good Evil creatures generally act out of a general lack of compassion, for sport, or out of duty to some evil deity or master Also, a spell domain composed of nine divine spells and a granted power embodying the principles of evil Also a spell descriptor denoting spells usable by evil and some neutral beings
A chronic skin affection terminating in an ulcer, most commonly of the face
Producing or threatening sorrow, distress, injury, or calamity; unpropitious; calamitous; as, evil tidings; evil arrows; evil days
{s} wicked, bad, corrupt
the quality of being morally wrong in principle or practice; "attempts to explain the origin of evil in the world"
A belief in a presence and power other than God A misconception of what is
If you refer to an evil, you mean a very unpleasant or harmful situation or activity. Higher taxes may be a necessary evil. a lecture on the evils of alcohol
Scott Peck defines evil as that which kills, the body as well as the spirit
Anything which impairs the happiness of a being or deprives a being of any good; anything which causes suffering of any kind to sentient beings; injury; mischief; harm; opposed to good
having or exerting a malignant influence; "malevolent stars"; "a malefic force"
Having or exhibiting bad moral qualities; morally corrupt; wicked; wrong; vicious; as, evil conduct, thoughts, heart, words, and the like
kötü
wicked

Murder is a wicked crime. - Cinayet kötü bir suçtur.

Punish the wicked and save the weak. - Kötüleri cezalandır ve zayıfları koru.

kötü
poor

He has poor eyesight. - Onun görme kabiliyeti kötü.

The rice crop is poor this year. - Pirinç hasatı bu yıl kötü.

kötü
evil

Money is the root of all evil. - Para bütün kötülüğün köküdür.

Money is the root of all evil. - Para tüm kötülüklerin anasıdır.

kötü
bad

He is such a bad person that everybody dislikes him. - O kadar kötü birisi ki kimse ondan hoşlanmaz.

This house is nearby, it has two bedrooms and a living room, and the decoration isn't bad; it's 1500 a month. - Bu ev yakında, iki yatak odası ve bir oturma odası var, ve dekorasyonu kötü değil; ayda 1500.

kötü
nasty

Tom gave Mary a nasty look. - Tom Mary'ye kötü bir görünüm verdi.

He caught a nasty cold because he stayed up late last night. - Dün gece geç saatlere kadar yatmadığı için kötü üşüttü.

kötü
worse

The weather today is worse than yesterday. - Bugün hava dünkünden daha kötü.

You should consult a doctor if the symptoms get worse. - Belirtiler daha da kötüleşiyorsa bir doktora danışmalısın.

kötü
haunted
kötü
lousy

We're expecting lousy weather today. - Bugün kötü hava bekliyoruz.

I'm a lousy fisherman. - Ben kötü bir balıkçıyım.

kötü
miserable

The experiment resulted in a miserable failure. - Deney çok kötü bir başarısızlıkla sonuçlandı.

The weather was miserable yesterday. - Hava dün çok kötüydü.

kötü
frightful
kötü
dissolute
kötü
evildoer

He is an evildoer, are you aware of that? - O bir kötülük eden bir kimse, bunun farkında mısın?

kötü
angrily; malevolently; maliciously
kötü
perverted
kötü
fatal
kötü
gross
kötü
baneful
kötü
dreadfull
kötü
eviler
kötü
(Konuşma Dili) really (used as an intensifier): Kötü acıyor. It really hurts
kötü
evilest
kötü
bleak

My prognosis is bleak. - Benim prognozum kötü.

kötü
not good
kötü
badly

It's ached before, but never as badly as right now. - Daha önce ağrıyordu, ama asla şu andaki kadar kötü bir şekilde değil.

It would be unfair if we treated him so badly. - Biz ona çok kötü davranırsak, haksızlık olur.

kötü
adverse
kötü
poorly

Tom did poorly on the test. - Tom testte kötü şekilde yaptı.

One problem translators face is that sometimes the source document is poorly written. - Çevirmenlerin karşılaştığı bir sorun kaynak belgenin kötü yazılmasıdır.

kötü
{s} horrible

You're not a horrible person. - Sen kötü bir insan değilsin.

This medicine tastes horrible. - Bu ilaç çok kötü tadıyor.

kötü
{s} dark

Beth is afraid of the dark because of her evil brother. - Beth kötü erkek kardeşinden dolayı karanlıktan korkuyor.

It got dark, and what was worse, it began to rain. - Hava karardı ve daha da kötüsü yağmur yağmaya başladı.

kötü
sorry

I'm sorry that I said such mean things about you and Tom. - Sen ve Tom hakkında böylesine kötü şeyler söylediğime üzgünüm.

You called me at bad time. Sorry, I'm busy. - Kötü bir zamanda beni aradın. Üzgünüm, meşgulüm.

kötü
crummy
kötü
{s} rough

Tom had a rough day at work. - Tom iş yerinde kötü bir gün geçirdi.

kötü
{s} malign

Tom is a malignant narcissist. - Tom kötü huylu bir narsisist.

George III has been unfairly maligned by historians. - George III, tarihçiler tarafından haksız yere kötü muamele gördü.

kötü
hedge
kötü
{s} dreadful
kötü
beastly
kötü
wretched
kötü
sticky
kötü
(Felsefe) wrong

Our experiment went wrong last week. - Geçen hafta deneyimiz kötü geçti.

I felt bad, so I was admitted into the hospital. However, it turned out that there was nothing really wrong with me. - Kötü hissediyordum, bu yüzden hastaneye kabul edildim. Fakat bende gerçekten sağlıksız bir şey olmadığı anlaşıldı.

kötü
transgressive
kötü
reprobate
kötü
unwell

Sami was feeling unwell. - Sami kendini kötü hissediyordu.

kötü
unfortunate

Unfortunately, my teachers are not the worst ones. - Maalesef öğretmenlerim en kötüleri değil.

Unfortunately, I have bad news. - Ne yazık ki kötü haberim var.

kötü
unfavourable
kötü
wrongful
kötü
(Argo) wack
kötü
bitter

I had a bad cough, so I took the bitter medicine. - Kötü bir öksürüğüm vardı, bu yüzden acı reçete aldım.

kötü
worthless
kötü
corrupt

Money was corrupting Tom. - Para Tom'u kötü yola sürüklüyordu.

We hate our wicked and corrupt leaders! - Biz kötü ve yolsuz liderlerimizden nefret ediyoruz!

kötü
(Tıp) mis-
kötü
vice

Tom says he has no vices. - Tom kötü alışkanlıkları olmadığını söylüyor.

Gambling isn't one of Tom's vices. - Kumar Tom'un kötü alışkanlıklarından biri değil.

kötü
(deyim) go hard with
kötü
(deyim) go hard for
kötü
awful

Although natto smells awful, it is delicious. - Natto kötü kokmasına rağmen, lezzetlidir.

How awful to reflect that what people say of us is true! - İnsanların hakkımızda söylediklerinin doğru olduğunu bilmek ne kadar kötü!

kötü
pernicious
kötü
nice

One of the nice things about being bald is that you never have a bad hair day. - Kel olmakla ilgili güzel şeylerden biri, asla kötü bir saçlı bir gününün olmamasıdır.

He is very nice. He never speaks ill of others. - O çok kibardır. Başkalarının hakkında asla kötü konuşmaz.

kötü
unrighteous
kötü
sinister
kötü
maleficent
kötü
ill

He's still in poor health after his illness. - Hastalığından sonra onun sağlığı hâlâ kötü.

He is always complaining of ill treatment. - O her zaman kötü muameleden şikayetçi.

kötü
sinful
kötü
iniquitous
kötü
hopeless
kötü
amiss
kötü
malignant

Tom is a malignant narcissist. - Tom kötü huylu bir narsisist.

kötü
hateful
kötü
poisonous

Thousands of people lost their lives in the Bhopal Gas Tragedy, and even today hundreds of thousands of people still suffer from the ill-effects of the poisonous gas. - Binlerce insan Bhopal Gaz Trajedisi'nde hayatlarını kaybetti ve bugün bile yüzlerce, hatta binlerce insan hâlâ zehirli gazın kötü etkilerinden muzdariptir.

kötü
unwholesome
kötü
seamy
kötü
rotten

One rotten apple spoils the barrel. - Bir kötünün bin iyiye zararı var.

kötü
deep
kötü
foul

There was a strange, foul-smelling brown liquid in the waste basket. - Çöp sepetinde garip, kötü kokulu kahverengi bir sıvı vardı.

That foul odor is coming from the river. - O kötü koku nehirden geliyor.

kötü
{s} purple
kötü
be bad
kötü
the evil

The brave knight saved the beautiful princess from the evil dragon. - Cesur şövalye, güzel prensesi kötü ejderhadan kurtardı.

The evil spirit was driven away from the house. - Kötü ruh evden kovuldu.

kötü
poor to
kötü
bad to
kötü
the worse
her türlü kötülüğü yapmak
do one's worst
kötü
obnoxious
kötü
hellish
kötü
grotty
kötü
dread
kötü
offensive

Nigger is an offensive word. - Zenci kötü bir kelimedir.

kötü
fierce
kötü
miscreant
kötü
evil, wicked
kötü
bad, evil, nasty, foul
kötü
nefarious
kötü
chintzy
kötü
indifferent
kötü
mis

Tom speaks French so badly that he is often misunderstood. - Tom Fransızcayı o kadar kötü konuşuyor ki çoğunlukla yanlış anlaşılıyor.

I feel terrible about my mistake. - Hatam hakkında kötü hissediyorum.

kötü
worthless, poor in quality
kötü
black

Black cats are bad luck. - Siyah kediler kötü şanstır.

Some people believe that black cats bring bad luck. - Bazı insanlar siyah kedilerin kötü şans getirdiklerine inanırlar.

kötü
off

Bad weather forced us to call off the picnic. - Kötü hava pikniği iptal etmemiz için bizi zorladı.

The weather getting worse, the departure was put off. - Hava kötüleştiği için, kalkış ertelendi.

kötü
feeble
kötü
horrid
kötü
harmful
kötü
devilish
kötü
heinous
kötü
sardonic
kötü
currish
kötü
flyblown
kötü
{s} ugly

Tom and Mary had an ugly divorce. - Tom ve Mary kötü bir ayrılma yaşadı.

Your English doesn't sound ugly. - İngilizcen kötü görünmüyor.

kötü
shabby
kötü
iniqultous
kötü
ropy
kötü
{s} portentous
kötü
{s} vicious

Sami was a vicious malicious salesman. - Sami kötü niyetli bir satıcıydı.

kötü
{s} stinking

This fish is stinking. - Bu balık kötü kokuyor.

kötü
crook
kötü
rank
kötü
mark

At worst, I will get an average mark. - En kötü ihtimalle, ortalama bir puan alacağım.

kötü
disagreeable
kötü
ungodly
kötü
{i} abuse

Tom has a problem with drug abuse. - Tom'un ilacı kötü amaçla kullanma sorunu vardır.

The dictator abused his privileges to his heart's content. - Diktatör ayrıcalıklarını istediği kadar kötüye kullandı.

kötü
{s} unhallowed
kötü
execrable
Turkish - Turkish

Definition of kötülüğü in Turkish Turkish dictionary

kötü
Zararlı, tehlikeli
kötü
Korku, endişe veren: "Yabancının bu kötü kasdına yalnız azmimizle karşı koyduk."- R. E. Ünaydın
kötü
Kişi veya toplum üzerinde olumsuz etkileri olan. İyi, gerekli niteliklere sahip olmayan. İstenilmeyen, gereksiz davranışları olan veya bu davranışlara eğilimli olan (kimse). İstenilmeyen, beğenilmeyen, yararsız, uygun olmayan bir biçimde
kötü
İstenilen, beğenilen nitelikte olmayan (nesne), fena, iyi karşıtı
kötü
Hoşa gitmeyen
kötü
Kaba ve kırıcı: "Kızına söylemedik kötü lakırtı bırakmamış."- M. Ş. Esendal
kötü
Aşırı, çok
Kötü
(Hukuk) MALUS
Kötü
(Osmanlı Dönemi) FENA
Kötü
berbat
kötü
İstenilmeyen, gereksiz davranışları olan veya bu davranışlara eğilimli olan (kimse)
kötü
Az, yetersiz
kötü
Kaba ve kırıcı
kötü
İstenilen, beğenilen nitelikte olmayan, fena, iyi karşıtı
kötü
Korku, endişe veren
kötü
Kişi veya toplum üzerinde olumsuz etkileri olan
kötü
İyi, gerekli niteliklere sahip olmayan
kötü
İstenilmeyen, beğenilmeyen, yararsız, uygun olmayan bir biçimde
kötülüğü
Favorites