You have to allow for the boy's age.
- Çocuğun yaşı nedeniyle izin vermek zorundasın.
Tom stepped aside to allow Mary to pass.
- Tom Mary'nin geçmesine izin vermek için kenara çekildi.
I had to let Tom win.
- Tom'un kazanmasına izin vermek zorunda kaldım.
Tom didn't intend to let Mary kiss him.
- Tom Mary'nin onu öpmesine izin vermek niyetinde değildi.
You have to let me talk to him.
- Onunla konuşmama izin vermek zorundasın.
I have to let you go.
- Gitmene izin vermek zorundayım.
My father won't allow me to keep a dog.
- Babam benim köpek bakmama izin vermez.
Allow me to introduce Mayuko to you.
- Mayuko'yu sana tanıtmama izin ver.
Will you kindly let me have a look at it?
- Lütfen ona bir göz atmama izin verir misin?
I can't let him alone.
- Ben ona tek başına izin veremem.
He decided that if God didn't exist then everything was permitted.
- Tanrı olmasaydı, o zaman her şeye izin verileceğine karar verdi.
They were not permitted to cross into Canada.
- Onların Kanada'ya geçmeleri için izin verilmedi.
I will come, weather permitting.
- Hava izin verirse, gelirim.
Talking in the library is not allowed.
- Kütüphanede konuşmaya izin verilmiyor.
No ambiguities are allowed in a contract.
- Bir sözleşmede belirsizliklere izin verilmez.
If I'd known that it would come to this, I would have never consented.
- İşin buraya geleceğini bilseydim, izin vermezdim.
His mother will not consent to his going there alone.
- Annesi onun oraya yalnız gitmesine izin vermeyecek.
It was not permitted that the inhabitants trespass in the area.
- Burada oturanların bu alandan geçmelerine izin verilmedi.
They were not permitted to cross into Canada.
- Onların Kanada'ya geçmeleri için izin verilmedi.