iyice

listen to the pronunciation of iyice
Turkish - English
quite

It's quite difficult to master Arabic. - Arapçayı iyice öğrenmek oldukça zordur.

over

We went over the house thoroughly before buying it. - Satın almadan önce evi iyice inceledik.

Give me some time to think it over. - Onu iyice düşünmem için bana biraz zaman ver.

widely
wide
plainly
sheerly
solidly
fairly
well enough

If you can't explain it simply, you don't understand it well enough. - eğer basitçe açıklayamıyorsan, onu iyice anlayamamışsın.

completely
thoroughly

You had better study English thoroughly. - İyice İngilizce çalışsan iyi olur.

It was necessary to study the matter thoroughly. - Konuyu iyice çalışmak gerekliydi.

goodish, rather well, fairly good; thoroughly, completely, fully
rather good
proper

Sometimes you should sometimes make a mistake to be properly understood. - Bazen iyice anlamak için hata yapmalısın.

tolerably
goodish
pretty good, rather well, fairly good
tolerable
fair
well

Make sure all the boxes are well sealed before they're delivered. - Teslimattan önce tüm kutuların iyice mühürlenmiş olduğundan emin olun.

Tom is well aware of what is going on at the office. - Tom ofiste olanların iyice farkında.

properly

Sometimes you should sometimes make a mistake to be properly understood. - Bazen iyice anlamak için hata yapmalısın.

jolly well
clean

I'll give the room a good cleaning. - Odayı iyice temizleyeceğim.

fully
complete
thoroughly, completely, carefully
iyi
decent

Tom couldn't find a decent job in Boston, so he moved to Chicago. - Tom Boston'da iyi bir iş bulamadı, bu yüzden Şikago'ya taşındı.

You had better go there in decent clothes. - Oraya uygun elbiselerle gitsen iyi olur.

iyi
well

My mom doesn't speak English very well. - Annem İngilizce'yi çok iyi konuşamaz.

John can't speak French well. - John, Fransızcayı iyi konuşamıyor.

iyi
{s} good

This is a good book, but that is better. - Bu iyi bir kitaptır ama şu daha iyidir.

Good evening, how are you? - İyi akşamlar, nasılsın?

iyi
fine

Are you OK? I'm fine! - “İyi misin?” “Ben iyiyim!”

I think it will be fine. - Ben, havanın iyi olacağını düşünüyorum.

iyice düşünmek
ponder
iyice düşünüp taşınmak
consider
iyice anlamak
penetrate
iyice benzetmek
clobber
iyice bilmek
understand
iyice doldurmak
saturate
iyice düşmek
bottom out
iyice düşünmek
pore on
iyice düşünmek
think something over
iyice düşünmek
think over
iyice düşünmek
cogitate
iyice emdirmek
engrain
iyice eskimiş
well-worn
iyice eskimiş
well worn
iyice gerilmiş
tight
iyice gerilmiş (ip/tel vb)
taut
iyice görülmeyen
indistinct
iyice incelemek
scan
iyice incelemek
scrutinise
iyice kavramak
penetrate
iyice kurutmak
dry up
iyice tatbik etmek
register
iyice yerleşmek
take root
iyice yerleştirmek
embed
iyice ıslatmak
impregnate
iyice ıslatmak
drench
iyice yerleşmek
to well-established
iyice anlaşılmış
well established
iyice araştıran
scrutiniser
iyice araştıran
scrutinizer
iyice açılmış
spread
iyice ağlamak
have a good weep
iyice bakmak
get an eyeful of
iyice biliyorum ki
to my certain knowing
iyice bilmek
to be sure, be certain (about)
iyice cilalamak
polish up
iyice düşündükten sonra
on second thoughts
iyice düşünmek
pore
iyice düşünmek
to think sth over, to cogitate
iyice düşünmek
worry out
iyice düşünülmüş
well-advised
iyice düşünülmüş
advised
iyice düşünüp
advisedly
iyice gözden geçirmek
get an eyeful of
iyice inceleme
scrutinizing
iyice inceleme
scrutinising
iyice incelemek
get to the bottom of
iyice incelenmiş
scrutinised
iyice inceleyen
scrutinizer
iyice inceleyen
scrutiniser
iyice izah etmek
dot the I's
iyice karıştırmak
homogenize
iyice parlatmak
polish up
iyice tahmin edilen
well-predicted
iyice temizlemek
clean down
iyice vakıf olmak
have a good grasp of
iyice yerleşmiş
firmly established
iyice yerleştirilmiş
imbedded
iyice çalkalamak
give someting a good rinse
iyice ıslatmak
wet through
iyiden iyiye, iyice
from good to better, well
iyi
{s} kind

I'll never forget your kindness as long as I live. - İyiliğini yaşadığım sürece unutmayacağım.

She was kind enough to give me good advice. - Bana iyi bir tavsiye verecek kadar nazikti.

iyi
{s} just

Just how well can masks block the, even smaller than pollen, yellow sand dust? I think it much more of a nuisance than pollen. - Maskeler sarı kum tozunu,polenlerden dahada küçük,ne kadar iyi engelleyebilir?Sanırım o polenden oldukça daha fazla bir baş belasıdır.

The small house had come to look shabby, though it was just as good as ever underneath. - Küçük ev, şimdiye kadar tıpkı altındaki kadar iyi olmasına rağmen,eski püskü görünmeye başladı.

iyi
all right

As long as we love each other, we'll be all right. - Birbirimizi sevdiğimiz sürece, biz iyi olacağız.

Cheer up! It will soon come out all right. - Neşelen! Yakında her şey iyi olacak.

iyi
{s} alright

I'm alright if you're alright. - Sen iyiysen ben iyiyim.

Don't worry, mom. I'll be alright! - Merak etme, anne. Ben iyi olacağım!

iyi
comfortable

Sometimes you have to choose between looking good and being comfortable. - Bazen iyi görünme ve rahat olma arasında seçim yapmak zorundasın.

It is better for an animal to live a comfortable life in a zoo than to be torn apart by a predator in the wild. - Bir hayvanın bir hayvanat bahçesinde rahat bir hayat yaşaması vahşi doğada bir vahşi hayvan tarafından parçalanmasından daha iyidir.

iyi
OK
iyi
decently
iyi
great

Great care has been taken to use only the finest ingredients. - Sadece en iyi malzemeleri kullanmak için büyük özen gösterilmiştir.

Bob and I are great friends. - Bob ve ben çok iyi arkadaşlarız.

iyi
{i} B
(iyice) düşünmek
reflect
iyi
straight

His eyes searched my face to see if I was talking straight. - Doğru söyleyip söylemediğimi anlamak için beni iyice süzdü.

iyi
to the good
iyi
better

I'm feeling a lot better. - Çok daha iyi hissediyorum.

This is a good book, but that is better. - Bu iyi bir kitaptır ama şu daha iyidir.

iyi
benevolent
iyi
suitable

One can hardly find a more suitable climate. - Bundan daha iyi bir ortam bulunamaz.

iyi
nicely

Tom doesn't treat Mary very nicely. - Tom Mary'ye çok iyi davranmaz.

Tom didn't treat Mary very nicely. - Tom Mary'ye çok iyi davranmadı

iyi
up to snuff

This translation is not quite up to snuff. - Bu çeviri oldukça iyi değil.

iyi
(Konuşma Dili) copacetic
iyi
passable
iyi
kindly
iyi
cool

Relations with Canada remained correct and cool. - Kanada ile ilişkiler doğru ve iyi kaldı.

When the tempura I make cools down, it immediately loses its crispiness and doesn't taste very good. - Yaptığım tempura soğuduğunda, o derhal gevrekliğini kaybeder ve tadı iyi olmaz.

iyi
(Argo) keen
iyi
beneficent
iyi
sympathetic

A good doctor is sympathetic to his patients. - İyi bir doktor hastalarına sempatiktir.

iyi
(Konuşma Dili) up to the mark
iyi
well-

In my opinion, a well-designed website shouldn't require horizontal scrolling. - Bence, iyi tasarlanmış bir web sitesi yatay kaydırma gerektirmemeli.

Hoover was well-known to Americans. - Hoover, Amerikalılar için iyi tanınmış biriydi.

iyi
prolificness
iyi
(Konuşma Dili) bully for you
iyi
{s} happy

Even if it was somebody else who made her happy, as long as she is happy, that's fine. - Onu mutlu eden başka biri olsa da, o mutlu olduğu sürece, bu iyi.

Happy birthday, Muiriel! - İyi ki doğdun, Muiriel!

iyi
likely

It is likely to be fine. - O, muhtemelen iyi olacak.

You know as well as I do that that isn't likely to happen. - Onun muhtemelen olmayacağını benim bildiğim kadar iyi biliyorsun.

iyi
in good health, well. İ
iyi
right

As long as we love each other, we'll be all right. - Birbirimizi sevdiğimiz sürece, biz iyi olacağız.

Cheer up! Everything will soon be all right. - Neşelen! Yakında her şey iyi olacak.

iyi
goodish
iyi
bonny
iyi
{s} fair

Tom did fairly well on the test he took yesterday. - Tom dün girdiği sınavda oldukça iyi yaptı.

Tom is a fairly decent golfer. - Tom oldukça iyi bir golfçüdür.

iyi
o.k
iyi
nice

It is lucky that the weather should be so nice. - Havanın o kadar iyi olması tesadüftür.

There's a nice Thai restaurant near here. - Buranın yakınında iyi bir Tayland restoranı var.

iyi
pretty

Tom is pretty good at playing piano by ear. - Tom notasız piano çalmada oldukça iyidir.

That's a pretty good idea. - O oldukça iyi bir fikir.

iyi
up to scratch
iyi
salubrious
sütünü iyice sağmak
strip
iyi
is good
iyi
good to
iyi
a well
iyi
gratifying
iyi
agreeable
iyi
well enough

I know it well enough. - Ben onu yeterince iyi tanıyorum.

He can read well enough. - O yeterince iyi okuyabilir.

iyi
plentiful, abundant
iyi
good; fine; well; suitable; (hava) fair, good; well; All right!, Ok!, good
iyi
sound

That sounds good to me. - O bana iyi görünüyor.

That offer sounds too good to be true. What's the catch? - Bu teklif gerçek olamayacak kadar çok iyi görünüyor. Bit yeniği nedir.

iyi
okay

I think I’m going to be okay. - Sanırım iyi olacağım.

I hope everything is okay. - Umarım her şey iyidir.

iyi
OK, OK
iyi
agree

We all agreed it was a good idea. - Hepimiz bunun iyi bir fikir olduğunu kabul ettik.

Tom agreed that Mary's suggestions were good ones. - Tom Mary'nin önerilerinin iyi olanlar olduğunu kabul etti.

iyi
dandy
iyi
handsome

A handsome man is a good reason to go to hell. - Yakışıklı bir adam, cehenneme gitmek için iyi bir nedendir.

He is not handsome, to be sure, but he is good-natured. - O yakışıklı değil, şüphesiz, fakat o iyi huyludur.

iyi
bonzer
iyi
whole

Swimming is good exercise for the whole body. - Yüzme vücudun bütünü için iyi bir egzersizdir.

As a whole his works are neither good nor bad. - Eserleri bir bütün olarak ne iyi nede kötü.

iyi
vintage
iyi
enviable
iyi
favorable

Attendance should be good provided the weather is favorable. - Hava güzel olması koşuluyla, katılım iyi olmalı.

iyi
{f} luxuriate
kendini iyice dağıtmış
frayed at the edges
kendini iyice vermek
to concentrate (on)
Turkish - Turkish
İyiye yakın. Çok, gereği gibi, nerdeyse tamamen: "Şapkası iyice yana yıkılmıştı."- Ç. Altan
Çok, gereği gibi, nerdeyse tamamen
İyiye yakın
iyi
Bol, yararlı, kazançlı
iyi
Bol, yararlı, kazançlı. Çok
iyi
Yeterli, yetecek miktarda olan
iyi
istenilen nitelikleri taşıyan
iyi
İstenilen, beğenilen, yerinde, yararlı, uygun bir biçimde
iyi
Yeterli, yetecek miktarda olan: "Annemin simasını şimdi iyi hatırlayamıyorum."- Y. K. Beyatlı. İstenilen, beğenilen, yerinde, yararlı, uygun bir biçimde: "Bunun çocukları iyi çıktıkları için, ölünceya kadar babalarına bakmışlar."- M. Ş. Esendal
iyi
İstenilen, beğenilen nitelikleri taşıyan, beğenilecek biçimde olan, kötü karşıtı: "Bir aralık iyi fal bildiğimi haremde duyurdum."- F. R. Atay
iyi
Uğurlu, hayırlı, iyilik getiren
iyi
Yerinde, uygun
iyi
Esen, sağlıklı
iyi
İstenilen, beğenilen nitelikleri taşıyan, beğenilecek biçimde olan, kötü karşıtı
iyi
bih
İyi
(Hukuk) BONUS
İyice
pekçe
İyice
sıkı sıkıya
İyice
sıkı sıkı
iyice
Favorites