iyi!

listen to the pronunciation of iyi!
Turkish - English
(deyim) that's it
decent

You had better go there in decent clothes. - Oraya uygun elbiselerle gitsen iyi olur.

Tom got a decent grade on the test he took last week. - Tom geçen hafta girdiği sınavda iyi bir not aldı.

well

Copper conducts electricity well. - Bakır elektriği iyi iletir.

That tie suits you very well. - Bu kravat sana çok iyi uyuyor.

{s} good

I haven't a very good dictionary. - Benim çok iyi bir sözlüğüm yok.

This is a good book, but that is better. - Bu iyi bir kitaptır ama şu daha iyidir.

fine

Fine, thank you. And you? - İyiyim, teşekkürler. Ya siz?

I think it will be fine. - Ben, havanın iyi olacağını düşünüyorum.

{s} kind

I can't thank you enough for your kindness. - Ben senin iyiliğin için ne kadar teşekkür etsem azdır.

I am grateful to you for your kindness. - İyiliğiniz için size minnettarım.

{s} just

Just how well can masks block the, even smaller than pollen, yellow sand dust? I think it much more of a nuisance than pollen. - Maskeler sarı kum tozunu,polenlerden dahada küçük,ne kadar iyi engelleyebilir?Sanırım o polenden oldukça daha fazla bir baş belasıdır.

The small house had come to look shabby, though it was just as good as ever underneath. - Küçük ev, şimdiye kadar tıpkı altındaki kadar iyi olmasına rağmen,eski püskü görünmeye başladı.

all right

As long as we love each other, we'll be all right. - Birbirimizi sevdiğimiz sürece, biz iyi olacağız.

Mr. Ford is all right now. - Bay Ford şimdi iyidir.

{s} alright

Is everything alright here? - Burada her şey iyi mi?

I need someone to hold me and tell me everything will be alright. - Beni tutacak ve bana her şeyin iyi olacağını söyleyecek birine ihtiyacım var.

comfortable

It is better for an animal to live a comfortable life in a zoo than to be torn apart by a predator in the wild. - Bir hayvanın bir hayvanat bahçesinde rahat bir hayat yaşaması vahşi doğada bir vahşi hayvan tarafından parçalanmasından daha iyidir.

Sometimes you have to choose between looking good and being comfortable. - Bazen iyi görünme ve rahat olma arasında seçim yapmak zorundasın.

OK
decently
great

You are a really good secretary. If you didn't take care of everything, I couldn't do anything. You are just great. - Sen gerçekten iyi bir sekretersin. Her şeyle ilgilenmemiş olsaydın , ben hiçbir şey yapamazdım. Sen harikasın.

Bob and I are great friends. - Bob ve ben çok iyi arkadaşlarız.

{i} B
straight

His eyes searched my face to see if I was talking straight. - Doğru söyleyip söylemediğimi anlamak için beni iyice süzdü.

to the good
better

This is a good book, but that is better. - Bu iyi bir kitaptır ama şu daha iyidir.

Nakido is better than Twitter. - Nakido, Twitter'dan daha iyidir.

benevolent
suitable

One can hardly find a more suitable climate. - Bundan daha iyi bir ortam bulunamaz.

nicely

Tom doesn't treat Mary very nicely. - Tom Mary'ye çok iyi davranmaz.

Tom didn't treat Mary very nicely. - Tom Mary'ye çok iyi davranmadı

up to snuff

This translation is not quite up to snuff. - Bu çeviri oldukça iyi değil.

(Konuşma Dili) copacetic
passable
kindly
cool

Your dad is really cool. Not really. - Baban gerçekten iyidir. Pek sayılmaz.

When the tempura I make cools down, it immediately loses its crispiness and doesn't taste very good. - Yaptığım tempura soğuduğunda, o derhal gevrekliğini kaybeder ve tadı iyi olmaz.

(Argo) keen
beneficent
sympathetic

A good doctor is sympathetic to his patients. - İyi bir doktor hastalarına sempatiktir.

(Konuşma Dili) up to the mark
well-

Lincoln was not well-known. - Lincoln iyi tanınmıyordu.

In my opinion, a well-designed website shouldn't require horizontal scrolling. - Bence, iyi tasarlanmış bir web sitesi yatay kaydırma gerektirmemeli.

prolificness
(Konuşma Dili) bully for you
{s} happy

I decided to be happy because it's good for my health. - Mutlu olmaya karar verdim çünkü sağlığım için iyi.

Happy is a man who marries a good wife. - İyi bir eş ile evlenen bir adam mutludur.

likely

You know as well as I do that that isn't likely to happen. - Onun muhtemelen olmayacağını benim bildiğim kadar iyi biliyorsun.

If you eat well, you're likely to live longer. - İyi beslenirseniz muhtemelen daha uzun yaşarsınız.

in good health, well. İ
right

Cheer up! Everything will soon be all right. - Neşelen! Yakında her şey iyi olacak.

The house looked good; moreover, the price was right. - Ev iyi görünüyordu, üstelik fiyat en uygundu.

goodish
bonny
{s} fair

He speaks English fairly well. - O, İngilizceyi oldukça iyi konuşur.

Tom did fairly well on the test he took yesterday. - Tom dün girdiği sınavda oldukça iyi yaptı.

o.k
nice

Dorenda really is a nice girl. She shares her cookies with me. - Dorenda gerçekten iyi bir kızdır, o kurabiyelerini benimle paylaşıyor.

She's a really nice girl. - O gerçekten iyi bir kız.

pretty

That's a pretty good idea. - O oldukça iyi bir fikir.

Tom knows Mary pretty well. - Tom Mary'yi oldukça iyi biliyor.

up to scratch
salubrious
is good
good to
a well
gratifying
agreeable
well enough

He can read well enough. - O yeterince iyi okuyabilir.

John isn't well enough to go to school today. - John, bugün okula gitmek için yeteri kadar iyi değildir.

plentiful, abundant
good; fine; well; suitable; (hava) fair, good; well; All right!, Ok!, good
sound

Tom certainly looked and sounded better than he did last month when we visited him. - Tom kesinlikle geçen ay onu ziyaret ettiğimizde göründüğünden daha iyi görünüyordu ve sesi daha iyi çıkıyordu.

That offer sounds too good to be true. What's the catch? - Bu teklif gerçek olamayacak kadar çok iyi görünüyor. Bit yeniği nedir.

okay

I hope everything is okay. - Umarım her şey iyidir.

Are you okay? You look really sad. - İyi misin? Gerçekten üzgün görünüyorsun.

OK, OK
agree

We all agreed it was a good idea. - Hepimiz bunun iyi bir fikir olduğunu kabul ettik.

Oysters don't agree with me. - İstiridye bana iyi gelmiyor.

dandy
handsome

A handsome man is a good reason to go to hell. - Yakışıklı bir adam, cehenneme gitmek için iyi bir nedendir.

He is not handsome, to be sure, but he is good-natured. - O yakışıklı değil, şüphesiz, fakat o iyi huyludur.

bonzer
whole

Karam is the best student in the whole school. - Karam, bütün okuldaki en iyi öğrencidir.

As a whole his works are neither good nor bad. - Eserleri bir bütün olarak ne iyi nede kötü.

vintage
enviable
favorable

Attendance should be good provided the weather is favorable. - Hava güzel olması koşuluyla, katılım iyi olmalı.

{f} luxuriate
Turkish - Turkish
Bol, yararlı, kazançlı
Bol, yararlı, kazançlı. Çok
Yeterli, yetecek miktarda olan
istenilen nitelikleri taşıyan
İstenilen, beğenilen, yerinde, yararlı, uygun bir biçimde
Yeterli, yetecek miktarda olan: "Annemin simasını şimdi iyi hatırlayamıyorum."- Y. K. Beyatlı. İstenilen, beğenilen, yerinde, yararlı, uygun bir biçimde: "Bunun çocukları iyi çıktıkları için, ölünceya kadar babalarına bakmışlar."- M. Ş. Esendal
İstenilen, beğenilen nitelikleri taşıyan, beğenilecek biçimde olan, kötü karşıtı: "Bir aralık iyi fal bildiğimi haremde duyurdum."- F. R. Atay
Uğurlu, hayırlı, iyilik getiren
Yerinde, uygun
Esen, sağlıklı
İstenilen, beğenilen nitelikleri taşıyan, beğenilecek biçimde olan, kötü karşıtı
bih
İyi
(Hukuk) BONUS
iyi!
Favorites