Lütfen yokluğunuzu önceden bana bildiriniz.
- Please inform me of your absence in advance.
Önceden rezervasyon yapmak zorundasın.
- You have to make reservations in advance.
Doğrusu, seni burada görmek büyük bir sürpriz.
- In fact, it's a great surprise to see you here.
Bahçe, evin önündedir.
- The garden is in front of the house.
Eyfel Kulesi'nin önünde bir düğün resmi istediler.
- They wanted a wedding picture in front of the Eiffel Tower.
Tom olaydan sorumlu komitede.
- Tom is on the committee in charge of the event.
Bundan ben sorumluyum.
- I am in charge of this.
Her şeyin sırayla olduğunu bulacağından eminim.
- I'm sure you'll find everything is in order.
Temel etiketleri sırayla öğrenelim.
- Let's learn the basic tags in order.
Her halükarda seni ilgilendirmez.
- In any case, it's no business of yours.
Her halükârda o senin ağabeyin.
- In any case, he's your big brother.
Tom oyuncak ayıları, kartpostal ve pulları, eski paraları, taş ve mineralleri, trafik plakaları ve jant kapaklarını yani kısacası hemen hemen her şeyi toplar.
- Tom collects teddy bears, postcards and stamps, old coins, stones and minerals, number plates and hubcaps - in short: almost everything.
Kısacası, tüm çabalarımız boşa gitti.
- In short, all our efforts resulted in nothing.
Zorluk zamanlarında bize yardımcı olur.
- It helps us in times of difficulty.
Bolluk zamanlarında kıtlık zamanlarını hatırla.
- In times of abundance, remember the times of famine.
Onlar sahnede sırayla şarkı söylediler.
- They sang on the stage in turn.
Her öğrenci sırayla diplomasını aldı.
- Each student received his diploma in turn.
Genç çift çok kısa sürede birbirlerine âşık oldu.
- The young couple fell in love with each other very soon.
İlk görüşte ona âşık oldu.
- She fell in love with him at first sight.
Peşin ödemek zorundasın.
- You have to pay in advance.
Onu ona peşinen söylemenizde hiçbir sakınca yok.
- You may as well say it to him in advance.
Joan zor bir çocukluk geçirmesine rağmen büyük bir aktrist oldu.
- Joan became a great actress in spite of having had a difficult childhood.
Güneşli havaya rağmen, hava oldukça serindi.
- In spite of the sunny weather, the air was rather chilly.
Ondan çok hoşlanmıyorum, ben aslında ondan nefret ediyorum,
- I don't like him much, in fact I hate him.
Dört yaşındaki Amerikalı turist, aslında, Sichuan eyaletinin ünlü mayhoş mutfağına rağmen tamamen baharatlı sığır etinden yapılmamış olduğunu farkettiği için hayal kırıklığına uğradı.
- A four-year-old American tourist was disappointed to realize that, in fact, the Sichuan province is not entirely made of spicy beef, in spite of its famously piquant cuisine.
Gerçekten ondan hoşlanmıyorum, aslında, ondan nefret ediyorum.
- I don't really like him, in fact, I hate him.
Gerçekten, o kiliseye gitmedi.
- In fact, he didn't go to the church.
Onun başarısı söz konusudur.
- His success is in question.
Söz konusu kişi şu anda ABD'de kalıyor.
- The person in question is now staying in the Unites States.
Bu binanın sorumlusu kimdir?
- Who is in charge of this building?
Bayan Sato benim sınıfın sorumlusudur.
- Miss Sato is in charge of my class.
İngilizceye ek olarak Fransızca eğitimi de alıyorum.
- I study French in addition to English.
Ek olarak yaşlılar birbirleriyle sosyalleşebilsin ve Amerikan hayatının aktif üyeleri olarak kalabilsinler diye birçok topluluk kurulmuştur.
- In addition many groups have been formed so that the elderly can socialize with one another and remain active participants in American life.
Onlar yollarını kaybetme ihtimaline karşı yanlarında bir harita taşıdılar.
- They carried a map with them in case they should lose their way.
Geç kalma ihtimaline karşın acele et.
- Make haste in case you are late.
Kısacası, o şirket için çalışmanı istemiyorum.
- In short, I don't want you to work for that company.
Kısacası toplantı vakit kaybıydı.
- The meeting, in short, was a waste of time.
O, öğle yemeğinde zamanında olmak için babasına söz verdi.
- She promised her father to be in time for lunch.
Zamanında gelemediği ortaya çıktı.
- It fell out that he could not come in time.
Ben bu işin içinde yer almak istemiyorum.
- I don't want to be involved in this affair.
İngilizceye ek olarak Fransızca eğitimi de alıyorum.
- I study French in addition to English.
İngilizceye ek olarak Almanca eğitimi yapmak istiyorum.
- I want to study German in addition to English.
Biletler peşin olarak 30 dolar ya da gösteri gününde 35 dolar.
- Tickets are $30 in advance, or $35 on the day of the show.
Peşin olarak ödemek zorundayız.
- We have to pay in advance.
Her halukârda ebeveynlerine itaat etsen iyi olur.
- In any case you had better obey your parents.
Her halukârda endişelenmene gerek yok.
- In any case, you don't need to worry.
Gelemediği takdirde, onun yerini almak zorunda kalacaksınız.
- You'll have to take his place in case he can't come.
Yangın olduğu takdirde bu butona bas!
- Push this button in case of fire!
Yangın halinde, merdivenleri kullan.
- In case of a fire, use the stairs.
Zorluk olması halinde, sorabilirsin.
- In case of whatever difficulty, you may ask.
Zorluk olması halinde, sorabilirsin.
- In case of whatever difficulty, you may ask.
Yangın olması halinde bu butona bas!
- Push this button in case of fire!
Bir deprem durumunda, gazı kapatın.
- In case of an earthquake, turn off the gas.
Yangın durumunda, 119'u çevir.
- In case of fire, dial 119.
Çocukken, Mary özellikle palyaçolar ve maymunlardan nefret ediyordu. Bu güne gelince, gerçekten, bu ,bir parça bile değişmedi.
- As a child, Mary particularly hated clowns and apes. To this day, in fact, that has not changed one bit.
Aslında dilin kökeni hakkında birçok teori vardır, ama hiç kimse gerçekten bilmiyor.
- There are lots of theories about the origins of language, but, in fact, no one really knows.
Televizyonun karşısında uyudum.
- I slept in front of the TV.
Öğretmen ödevimi sınıfın karşısında okumamı istedi.
- The teacher asked me to read my paper in front of the class.
Evimin önünde bir göl var.
- There is a lake in front of my house.
Bahçe, evin önündedir.
- The garden is in front of the house.
O, ona zaten âşık olmuştu.
- She was already in love with him.
Ona aşık olmuş gibi görünüyordu.
- She seemed to be in love with him.
Yarın özellikle yapacak bir şeyim yok.
- I have nothing in particular to do tomorrow.
Ben özellikle bir yere gitmek istemiyorum.
- I don't want to go anywhere in particular.
Dosyalarımıza giriş için FTP'nin nasıl kullanılacağına dair bilgileri ekledim.
- I have attached instructions on how to use FTP to access our files.
Bu ücretsiz tarayıcı eklentisini yüklemek ister misiniz?
- Do you want to install this free browser add-on?
Yağmur yağmaya başlar diye yanına bir şemsiye al.
- Take an umbrella with you in case it begins to rain.
Yangın olursa diye el altında her zaman bir kova su bulundur.
- Always keep a bucket of water handy, in case of fire.
Anne ve babası gezisinin lehinde idi.
- His parents were in favor of his trip.
Ben önerinini lehindeyim.
- I am in favor of your proposal.
İyi bir doktor olmasının yanı sıra, o çok ünlü bir roman yazarıydı.
- In addition to being a doctor, he was a very famous novelist.
İngilizcenin yanı sıra Fransızca konuşabilir.
- In addition to English, he can speak French.
O yakışıklıdır. Ayrıca sporda iyidir.
- He is handsome. In addition, he is good at sport.
Ayrıca on bin yen ödemek zorunda kaldık.
- We had to pay ten thousand yen in addition.
Düzenli testler almaya ek olarak, bizim uzun bir deneme teslim etmemiz gerekiyor.
- In addition to taking the regular tests, we have to hand in a long essay.
Beni kiralamasına ilave olarak, bana biraz öğüt verdi.
- In addition to hiring me, he gave me a piece of advice.
Düzenli testler almaya ek olarak, bizim uzun bir deneme teslim etmemiz gerekiyor.
- In addition to taking the regular tests, we have to hand in a long essay.
Peşin ödemek zorundasın.
- You have to pay in advance.
Kiranı peşin ödemelisin.
- Pay your rent in advance.
Yangın durumunda, çanı çal.
- In case of fire, ring the bell.
Yangın durumunda, bu düğmeye basın.
- In case of fire, press this button.
Yangın olduğu takdirde bu butona bas!
- Push this button in case of fire!
Tom hâlâ resmî olarak görevde.
- Tom is still officially in charge.
Bu görevden ben sorumluyum.
- I'm in charge of this mission.
Hiç ortak noktamız yok.
- We have nothing at all in common.
Hepimizin ortak noktası nedir?
- What do all have in common?
Ondan vazgeçtim. İrlandalı rahip ve Kongolu cadı doktorun ortak neyi var?
- I give up. What do an Irish priest and Congolese witch doctor have in common?
İki başbakanın ortak hiçbir şeyi yoktu.
- The two premiers had nothing in common.
Aslında, balın yaratıcıları çiçeklerdir.
- In effect, flowers are the creators of honey.
Sokağa çıkma yasağı, sabah 6.00'ya kadar geçerlidir.
- The curfew is in effect until 6:00 in the morning.
Bu, esas itibariyle, bilimin sırrıdır.
- This, in essence, is the secret of science.
Onlar Bay Jones lehine oy vereceklerine ikna oldular.
- He is convinced that they will vote in favour of Mr Jones.
Tom Mary'nin önüne koyduğu şeyi yer.
- Tom eats anything Mary puts in front of him.
Araba, binanın önüne park edildi.
- The car is parked in front of the building.
Tüm kurallar şirket politikasıyla uyumlu olmalı.
- All of the rules must be in line with company policy.
Senin planın bizim politikamızla uyumlu değil.
- Your plan is not in line with our policy.
Burada her şey yolunda.
- Everything's in order here.
O gelinceye kadar her şey yolundaydı.
- Everything was in order until he came.
My fat rolls around in folds.
He spoke in French, but his speech was simultaneously translated into eight languages.
Skirts are in this year.
Is Mr. Smith in?.
One in a million.
His speech was in French, but was simultaneously translated into eight languages.
The country reached a high level of prosperity in his first term.
John is in a coma.
In returning to the vault, I had no very sure purpose in mind; only a vague surmise that this finding of Blackbeard's coffin would somehow lead to the finding of his treasure.
What's that in?.
They said they would call us in a week.
In case of emergency, break glass.
He left his daughter in charge of watching her younger sisters.
This internet browser puts you in charge of your personal settings.
The closest affinities of the Jubulaceae are with the Lejeuneaceae. The two families share in common: (a) elaters usually 1-spiral, trumpet-shaped and fixed to the capsule valves, distally.
My cousin and I have a grandfather and grandmother in common.
An in depth analysis.
Until the new guidelines come out, the old rules are still in effect.
People think tomatoes are vegetables, but, in fact, they are fruits.
Many people are in favor of capital punishment.
Both parties met in front of the Castle, the torch-bearers numbering nearly one hundred.
Not in front of the children!.
Several people are in front of me in line. The woman next in front of me is older, probably in her fifties.
Please stand in line for the pledge of allegiance.
I'm waiting in line at the bakery.
He's in line to be the next champion.
rescues are usually organized by local garden clubs, but before you grab your shovel and head for the door, check with local government agencies to make sure you're in line with regulations. — Garden Superheroes, Garden Gate, Jan/Feb 2006, Issue 67, p.45.
Romeo was in love with Juliet.
I'm not exactly in love with the idea of having to start again from scratch.
Isn't it nice to see two people in love?.
Place the cards in order by color, then by number.
His material is in order for the presentation.
Now that we have finally finished, I think a celebration is in order.
They sang in order, ending with a basso profundo.
She stood in order to see over the crowd. / She stood to see over the crowd.
He is in essence a reclusive sort.
He seems to be very angry all the time but at heart is is a very gentle person.