Bu hep söylediğim şey.
- Das ist das, was ich immer sage.
Futbol basit bir oyundur.22 Adam bir topun peşinden 90 dakika boyunca koşar ve sonunda hep Almanların kazandığı bir oyundur.
- Fußball ist ein einfaches Spiel. 22 Männer jagen 90 Minuten einem Ball nach und am Ende gewinnen immer die Deutschen.
whenever.
Hepimiz onun hatalı olduğunu bilsek bile, Tom her zaman haklı olduğunu iddia eder.
- Tom always insists that he's right even when we all know that he's wrong.
O hep soluk görünüyor.
- She always looks pale.
Evren yıldızlarla doluysa, neden onların hepsinden gelen ışık tüm gökyüzünü sürekli parlatmıyor?
- If the universe is full of stars, why doesn't the light from all of them add up to make the whole sky bright all the time?
Ben bunu hep yaparım.
- I do it all the time.
Her zaman şarkı söylüyorsun.
- You're always singing.
Her zaman altıda kalkarım.
- I always get up at six.
Bana daima yardım ettiniz.
- You've always helped me.
Daima doğruyu söyledim.
- I've always told the truth.
İnsanoğlu genellikle iyi olmak ister fakat her zaman çok iyi ve sakin değil.
- On the whole human beings want to be good, but not too good and not quite all the time.
The New York Times onun galerisini her zaman eleştirir.
- The New York Times reviews her gallery all the time.
Tom sürekli TV izler.
- Tom watches TV all the time.
Sürekli burnumu temizlemek zorundayım.
- I have to blow my nose all the time.
I want to live forever.
- Ich will für immer leben.
He left Africa forever.
- Er verließ Afrika für immer.
More and more Russian soldiers lost hope.
- Immer mehr russische Soldaten verloren die Hoffnung.
More and more people offered to help.
- Immer mehr Menschen boten ihre Hilfe an.
He read the article over and over again.
- Er las den Artikel immer wieder.
I've warned you over and over again not to do it.
- Ich habe euch immer wieder gewarnt, es nicht zu tun.