Definition of içine in Turkish English dictionary
- into
She would have fallen into the pond if he had not caught her by the arm.
- Eğer onu kolundan yakalamasaydı, göletin içine düşmüş olacaktı.
The massacre in Norway and the recent rebellion and the booty in England, are dreadful in consideration of the circumstances that the world drifted into.
- Norveç'te yaşanan katliam ve son günlerde İngiltere'deki ayaklanma ve yağma, dünyanın içine sürüklendiği durum itibarı ile dehşet vericidir.
- inside
Tom decided that we should put the canoe inside the house until the storm passed.
- Tom fırtına geçinceye kadar kanoyu evin içine koymamız gerektiğine karar verdi.
I opened the box and looked inside.
- Kutuyu açtım ve içine baktım.
- intra
- into, in; aboard
- alma inclusion
- sub
The submarine submerged in the water.
- Denizaltı suyun içine daldı.
- in
- alan including
- wherein
- aboard
- count
- en
- iç
- interior
You've done a wonderful job on the interior decoration.
- İç dekorasyon üzerine harika bir iş yaptın.
He made over the interior of his house.
- O, evinin içini yeniletti.
- iç
- {s} domestic
My father is a pilot on the domestic line.
- Babam iç hatlarda çalışan bir pilot.
Do you have a cheap flight ticket on a domestic line?
- İç hatlarda ucuz bir uçak biletiniz var mı?
- iç
- inner
Jupiter has four inner satellies: Metis, Adrastea, Amalthea, and Thebe. Their orbits are very close to the planet.
- Jüpiterin dört iç uydusu vardır: Metis, Adrastea, Amalthea ve Thebe. Onların uyduları gezegene çok yakındır.
There's a button on the inner side of the door.
- Kapının iç tarafında bir buton var.
- içine kapanık
- withdrawn
Dan was lonely and withdrawn.
- Dan yalnız ve içine kapanıktı.
- iç
- {s} internal
We dissected a frog to examine its internal organs.
- Bir kurbağayı, iç organlarını incelemek için kesip parçalara ayırdık.
That is an internal affair of this country.
- O, bu ülkenin iç işidir.
- içine almak
- involve
- içine girmek
- penetrate
- içine işlemiş
- ingrained
- içine almak
- comprise
- içine doğma
- premonition
- içine doğma
- a hunch
- içine işleme
- penetration
- içine kapanık
- reserved
Bill is quite reserved.
- Bill oldukça içine kapanıktır.
- içine çekmek
- to breathe in, inhale
- içine dökmek
- infuse into
- içine düşmek
- fall in
- içine-ekle
- (Bilgisayar) add-in
- içine-ekle
- (Bilgisayar) add-ins
- içine akmak
- flow into
- içine alma
- inclusion
- içine işlemek
- interpenetrate
- içine kapanma
- into shutdown
- içine peynir konulmamış, peyniri olmayan
- been put into the cheese, without cheese
- içine sinmek
- Be content about something, be satisfied
- içine alan
- inclusive
- içine almak
- contain
- içine almak
- to include, encompass; to hold, contain
- içine almak
- to include, to embrace, to encompass
- içine almak
- implicate
- içine almak
- be inclusive of
- içine almak
- include
- içine ateş düşmek
- to suffer a grievous emotional blow
- içine atmak
- gulp down
- içine atmak
- repress
- içine atmak
- endure in silence
- içine atmak
- throw into
- içine atmak
- 1. to keep (a worry, a problem) to oneself. 2. to store away in one's memory (an insult which one has appeared to disregard)
- içine atmak
- gulp
- içine atmak
- to bottle up
- içine bakmak
- look into
Do you want to look into it?
- Bunun içine bakmak ister misin?
- içine baygınlıklar çökmek
- to feel like screaming (because one finds something extremely tiresome or exasperating)
- içine boşaltmak
- pour in
- içine boşaltmak
- pour into
- içine dert olmak
- prey on
- içine dert olmak
- rankle
- içine dert olmak
- to be unhappy at having failed to accomplish (something)
- içine dert olmak
- prey upon
- içine dert olmak
- to be a thorn in one's flesh
- içine dokunmak
- to sadden; to pain
- içine doğma
- presentiment
- içine doğma
- presage
- içine doğma
- foreboding
- içine doğmak
- have a feeling
- içine doğmak
- guess
- içine doğmak
- to feel in one's bones, to have a hunch, to sense
- içine doğmak
- forebode
- içine doğmak
- divine
- içine doğmak
- intuit
- içine doğmak
- presage
- içine doğmak intuitively
- to feel that, have a feeling that (something is going to happen): Böyle bir şey olacağı içime doğmuştu. I'd had a feeling something like this would happen
- içine dökme
- infusion
- içine dökmek
- pour in
- içine dökmek
- pour into
- içine dökmek
- infuse
- içine etmek
- to murder, to spoil, to bugger up, to fuck up, to muck sth up, to foul sth up, to mess up, to ball(s) up, to louse sth up, to botch
- içine etmek
- screw up [sl.]
- içine etmek
- fuck up [sl.]
- içine etmek
- fuck [sl.]
- içine eğrilme
- incurvation
- içine gaz verme
- insufflation
- içine girilebilen
- walk in
- içine giydirmek
- underdress
- içine işleme
- pervasion
- içine işleme
- effecting painfully
- içine işleme
- permeation
- içine işlemek
- penetrate
- içine işlemek
- perforate
- içine işlemek
- offend deeply
- içine işlemek
- a) to touch sb deeply, to touch one's heart with sorrow b) to chill sb to the bone/marrow
- içine işlemek
- effect painfully
- içine işlemek
- sink into
- içine işlemek
- pass through
- içine işletmek
- engrain
- içine işletmek
- ingrain
- içine işleyen
- penetrative
- içine işleyen
- penetrating
- içine işleyen
- effecting painfully
- içine işleyen
- piercing
- içine işleyen
- profound
Tom couldn't shake the feeling that something profound was about to happen.
- Tom insanın içine işleyen bir şey olmak üzere olduğu hissini atlatamadı.
- içine işleyen
- mordant
- içine işleyen
- cutting
- içine kapanık
- self-conscious
- içine kapanık
- withdrawn, introverted
- içine kapanık kimse
- clam
- içine kapanık kimse
- introvert
- içine kapanıklık
- introversion
- içine katlamak
- double in
- içine katlamak
- drape in
- içine korku düşmüş
- assailed by fear
- içine koymak
- infix
- içine koymak
- put inside
- içine koymak
- to enclose, to embed, to insert
- içine kurt düşmek
- to feel suspicious
- içine kıvırmak
- drape in
- içine kıvırmak
- double in
- içine oturmak
- sting
- içine sinmek
- to be satisfied, to be happy, to be relieved
- içine sokma
- intromission
- içine sokma
- implication
- içine sokma
- sticking in
- içine sokmak
- edge in
- içine sıçmak
- to fuck sth up
- içine sığmamak
- have outgrown smth
- içine vermek
- (gaz) insufflate
- içine yapıştırmak
- paste in
- içine yerleştirilmiş
- inlying
- içine yün doldurup dikmek
- quilt
- içine çeken kimse
- inhaler
- içine çekme
- sorption
- içine çekme
- (Hukuk) aspiration
- içine çekme
- inhalation
- içine çekme
- absorption
- içine çekmek
- a) to absorb b) to inhale
- içine çekmek
- suck up
- içine çizilmiş
- inscribed
- içine çizmek
- inscribe
- içine çizmek
- line in
- içine çökük
- sunk
- içine çökük
- sunken
- içine üflemek
- insufflate
- içi içine sığmayan
- ebullient
- içi içine sığmamak
- brim over
- içi içine sığmamak
- to be unable to contain oneself
- içi içine sığmamak
- be unable to contain oneself for
- içine etmek
- screw up
- iç
- {i} inside
Someone pushed me inside.
- Biri beni içeri itti.
Outside of a dog, a book is man's best friend. Inside of a dog, it's too dark to read.
- Bir köpeğin dışında, bir kitap insanın en iyi arkadaşıdır. Bir köpeğin içinde, okumak için çok karanlıktır.
- iç
- intrinsic
- içine etmek
- {f} fuck
- içine kapanık
- self conscious
- tırnak içine almak
- quote
- boru içine yerleştirmek
- tube
- iç
- interrior
- içine etmek
- botch
- içine çekmek
- {f} engulf
- içine çekmek
- swallow up
- (nefes) içine çekmek
- inspire
- burun içine
- (Tıp) intranasal
- daire içine almak
- circle
- daire içine almak
- encircle
- deri içine
- (Tıp) intracutane
- iç
- interior equipment
- iç
- offal
- iç
- internus
- iç
- intestines
- iç
- stomach
The doctor used X-rays to examine my stomach.
- Doktor midemi incelemek için X-ışınları kullandı.
They took Tom to the hospital to have his stomach pumped because he ate something poisonous.
- Zehirli bir şey yediği için, onlar Tom'u midesini pompalatmak için hastaneye götürdüler.
- iç
- indoor
Tom sometimes wears sunglasses indoors.
- Tom bazen içerde güneş gözlüğü takar.
Catherine stayed indoors because it was raining.
- Yağmur yağdığı için Catherine içerde kaldı.
- içine almak
- (deyim) engulf in
- içine almak
- hem in
- içine almak
- environ
- içine almak
- take in
- içine almak
- enclose
- içine almak
- absorb
- içine almak
- hem about
- içine etmek
- spoil
- içine etmek
- (deyim) cock up
- içine etmek
- (deyim) mess up
- içine etmek
- (deyim) bungle
- içine etmek
- {f} fuck up
- içine etmek
- (deyim) fluff
- içine etmek
- (deyim) wreck
- içine etmek
- bugger up
- içine etmek
- (deyim) ruin
- içine işleme
- penetrating
- içine işlemek
- saturate
- içine işlemek
- get into
- içine işlemek
- chill somebody to the marrow
- içine işlemek
- chill somebody to the bone
- içine kapanık
- retiring
- içine kapanık
- introvert
I think Tom is introverted.
- Sanırım Tom içine kapanık.
Some of the most successful people are introverts.
- En başarılı insanlardan bazıları içine kapanıktırlar.
- içine kapanık
- introverted
I think Tom is introverted.
- Sanırım Tom içine kapanık.
- içine sinmek
- relieved
- içine çekmek
- inhale
- içine çekmek
- soak up
- içine çekmek
- ingest
- içine çekmek
- puff
- kemik içine yuvalanmış
- (Diş Hekimliği) thecodont
- kutu içine koymak
- incase
- muhafaza içine yerleştirmek
- (Havacılık) encapsulation
- parantez içine almak
- parenthesize
- parantez içine alınmış
- bracketed
- rahim içine uygulama
- (Tıp) intrauterine use
- suyun içine batmak/dalmak
- submerge
- suyun içine batırmak
- souse
- teneke kutu içine koymak
- tin
- iç
- {f} swig
If I don't drink a swig of water, I can't swallow these tablets.
- Eğer bir yudum su içmezsem bu hapları yutamam.
He drank a great swig from the bottle.
- O, şişeden büyük bir yudum içti.
- iç
- in
- iç
- knock back
- iç
- {i} within
She will return within an hour.
- O bir saat içinde geri dönecektir.
I will answer within three days.
- Üç gün içinde cevap vereceğim.
- iç
- endo-
- iç
- intra
We have to measure your intraocular pressure. Please open both eyes wide and look fixedly at this object here.
- Göz merceğiniz içindeki baskıyı ölçmeliyiz. Lütfen iki gözünüzü genişçe açın ve sabit bir şekilde buradaki bu objeye bakın.
- iç
- inland
- iç
- {f} drink
Do you have alcohol-free drinks?
- Alkolsüz içecekleriniz var mı ?
Europeans love to drink wine.
- Avrupalılar şarap içmeyi sever.
- iç
- quaff
- iç
- {f} drinking
We have to stop him from drinking any more.
- Artık onu, içmekten alıkoymalıyız.
Too much drinking will make you sick.
- Çok fazla içmek seni hasta edecek.
- iç
- drank
To compensate for his unpleasant experiences in the hospital, Tom drank a little more than was good for him.
- Hastanedeki hoş olmayan deneyimlerini telafi etmek için Tom içmesi gerekenden biraz daha fazla içti.
To make up for his unpleasant experiences in the hospital, Tom drank a little more than he should have.
- Hastanedeki kötü deneyimlerini telafi etmek için, Tom içmesi gerekenden biraz daha fazla içti.
- içine almak
- count
- içine almak
- consist in
- içine almak
- receive