Onun başarılarına gelince, ben çok umutluyum.
- Was seinen Erfolg anbelangt, bin ich schon ganz hoffnungsvoll.
2018 kendini bu Yılbaşı günündeki gibi güneşli, umut, sağlık ve güç dolu, keyifli ve olumlu göstersin. Her şey gönlünüzce olsun arkadaşlarım!
- Möge sich das Jahr 2018 genauso zeigen, wie an diesem Neujahrstag: Sonnig, hoffnungsvoll, kraftvoll, vital, gut gelaunt, positiv. Alles Gute meine Freunde!
Ummak bir strateji değildir.
- Hope is not a strategy.
Sanırım bu umut etmek için çok fazlaydı.
- I guess it was too much to hope for.
Artık bütün yapabileceğimiz Tom'un yapmaya söz verdiği şeyi yapmasını ümit etmektir.
- All we can do now is hope that Tom does what he's promised to do.
Bütün yapabileceğimiz ümit etmektir.
- All we can do is hope.
Hasta ümitsiz bir hasta.
- The patient is sick beyond all hope.
Hayat olduğu sürece, ümit vardır.
- As long as there's life, there is hope.
Haber umutlarımızı yıktı.
- The news dashed our hopes.
Öğrencileriniz bize yeni umut verdi.
- Your students have given us new hope.
Umarım beklentilerinize göre yaşayabiliriz.
- I hope we can live up to your expectations.
Umarım çok uzun süre beklemek zorunda değiliz.
- I hope we don't have to wait too long.
Emi'nin yakında ortaya çıkacağını umuyorum. Onu beklemekten usandım.
- I hope that Emi will appear soon. I'm tired of waiting for her.
He sometimes loses hope.
- Er verliert manchmal die Hoffnung.
Hope is not a strategy.
- Hoffnung ist keine Strategie.
We still have one hope left: my roommate might see the note I left on the table.