Tom couldn't help but feel sad.
- Tom üzgün hissetmekten kendini alamadı.
Tom couldn't help but feel happy.
- Tom mutlu hissetmekten kendini alamadı.
To hate, to love, to think, to feel, to see; all this is nothing but to perceive.
- Görmek, hissetmek, düşünmek, sevmek, nefret etmek; bütün bunlar algılamaktan başka bir şey değildir.
We love our mother almost without knowing it, without feeling it, as it is as natural as to live.
- Biz neredeyse bilmeden, hissetmeden annemiz severiz, çünkü o yaşamak kadar doğaldır.
I'm beginning to feel at ease when I speak in Chinese.
- Çince konuştuğumda içim rahat hissetmeye başlıyorum.
Susie was unable to take part in the game because she wasn't feeling well.
- Susie iyi hissetmediği için oyuna katılamadı.
I could tell right away that Tom wasn't feeling well.
- Tom'un iyi hissetmediğini derhal söyleyebilirim.
Words cannot describe the horror I felt.
- Kelimeler hissettiğim korkuyu anlatamaz.
She felt uneasy when the children did not come home.
- Çocuklar eve gelmediği zaman huzursuz hissetti.
I was not feeling very hungry.
- Çok aç hissetmiyordum.
Tom wasn't feeling particularly talkative.
- Tom özellikle konuşkan hissetmiyordu.
Sensing danger, he ran away.
- Tehlikeyi hissetti, kaçtı.
I want to feel good about myself.
- Kendim hakkında iyi hissetmek istiyorum.
I find it necessary to be able to say what I feel.
- Ne hissettiğimi söyleyebilmeyi gerekli buluyorum.
People with amputated limbs continue to feel them as if they were still there.
- Kesilmiş uzuvları olan insanlar onları hâlâ orada gibi hissetmeye devam ediyor.
After the death of my best friend, I terribly felt the void of him.