Banka ona 500 dolar ödünç verdi.
- The bank lent her 500 dollars.
O, ona nerede yaşadığını sordu.
- He asked her where she lived.
O kendi kendine mırıldanıyor.
- She is muttering to herself.
Kız bayıldı, fakat biz onun yüzüne su döktüğümüzde o kendine geldi.
- The girl fainted, but she came to when we threw water on her face.
Herkes ondan iyi şekilde bahseder.
- Everybody speaks well of her.
Seni ondan daha çok seviyorum.
- I love you more than her.
Onunla kahve dükkanında buluşmaya söz verdi.
- She promised to meet her at the coffee shop.
Onun ailesi ile ilgili hiçbir şey bilmiyorum.
- I don't know anything about her family.
Kendisini ateşle ısıttı.
- She warmed herself by the fire.
Mary gerçekten harika. O benim için harika bir yemek pişirdi ve bulaşıkları bile kendisi yıkadı.
- Mary is really great. She cooked a wonderful meal for me and even washed the dishes herself.
Onunla kahve dükkanında buluşmaya söz verdi.
- He promised to meet her at the coffee shop.
Aşk onu rüyalarında görmektir.
- Love is seeing her in your dreams.
Ladies and gentlemen, I present to you Her Royal Highness The Crown Princess Victoria.
This is her book.
The lady with the green feathers in her hat. A big Gainsborough hat. I am quite sure it was Miss Hartuff..
Her ass is always late.
These are on sale everywhere.
- Bunlar her yerde satılıyor.
She goes running every morning.
- O her sabah koşmaya gider.
Each of the brothers has a car.
- Erkek kardeşlerin her birinin bir arabası var.
The principal presented each of the graduates with diploma.
- Okul müdürü mezunların her birine diplomasını sundu.
She is an excellent scholar, and is recognized everywhere as such.
- O, mükemmel bir bilim adamıdır, bu itibarla her yerde tanınır.
You can't get lost in big cities; there are maps everywhere!
- Büyük kentlerde kaybolmazsın, her yerde haritalar var!
I always get up at six.
- Her zaman altıda kalkarım.
You're always singing.
- Her zaman şarkı söylüyorsun.
Everything about him was grey.
- Onun hakkında her şey griydi.
Some people believe that Japan is No.1 in everything.
- Bazı insanlar Japonya'nın her şeyde 1 numara olduğuna inanıyor.
Both my parents are at home now.
- Ebeveynlerimin her ikisi de şu an evdeler.
Tom and his wife both have to work to make ends meet.
- Tom ve karısı kıt kanaat geçinmek için her ikisi çalışmak zorunda.
They are both unmarried.
- Onların her ikiside evli değil.
I play football every day.
- Her gün futbol oynarım.
Every day they killed a llama to make the Sun God happy.
- Onlar Güneş Tanrısı'nı mutlu etmek için her gün bir lama öldürdü.
Somehow, he saved himself.
- Her nasılsa kendini kurtardı.
Mr. Jackson somehow knew that Tom had done my homework for me.
- Bay Jackson her nasılsa Tom'un benim için ev ödevimi yaptığını biliyordu.
Each of the brothers has a car.
- Erkek kardeşlerin her birinin bir arabası var.
The tickets are 1,000 yen each.
- Biletlerin her biri 1.000 yen.
Open an image and select an image layout. Click Open for opening an image. Click Quit for quitting the program. Image Layout feature allows you to view in any layout.
- Bir resim açın ve bir resim düzeni seçin. Bir resim açmak için Aça tıklatın. Programdan çıkmak için Çıkışı tıklatın. Resim Düzeni özelliği herhangi bir düzende göstermenize olanak tanır.
Give help to anyone who needs it.
- Her kimin ihtiyacı olursa ona yardım et.
Each person paid one thousand dollars.
- Her biri bin dolar ödedi.
The president appointed each man to the post.
- Genel müdür her bir adamı görevine atadı.
Open an image and select an image layout. Click Open for opening an image. Click Quit for quitting the program. Image Layout feature allows you to view in any layout.
- Bir resim açın ve bir resim düzeni seçin. Bir resim açmak için Aça tıklatın. Programdan çıkmak için Çıkışı tıklatın. Resim Düzeni özelliği herhangi bir düzende göstermenize olanak tanır.
Can you see anything at all there?
- Orada herhangi bir şey görebiliyor musun?
Everybody started to panic.
- Herkes panik yapmaya başladı.
Pandas spend at least 12 hours each day eating bamboo.
- Pandalar her gün en az 12 saati bambu yiyerek geçirirler.
Some humans believe that there exists a god who is omniscient, omnipotent and omnipresent.
- Bazı insanlar; her şeyi bilen, her şeye gücü yeten ve her yerde olan bir tanrının var olduğuna inanıyorlar.
Jane Goodall discovered that chimpanzees are omnivorous, not vegetarian.
- Jane Goodall şempanzelerin her şeyi yediklerini, vejetaryen olmadıklarını keşfetti.
They're late, as usual.
- Her zaman olduğu gibi geç kaldılar.
Needless to say, Judy came late as usual.
- Hiç söylemeye gerek yok, her zaman olduğu gibi Judy geç geldi.
Both of my parents were brought up in the country.
- Ebeveynlerimin her ikisi de ülkede yetiştirildiler.
Tom and his wife both have to work to make ends meet.
- Tom ve karısı kıt kanaat geçinmek için her ikisi çalışmak zorunda.
Whenever I go abroad, I suffer from jet lag and diarrhea.
- Her ne zaman yurtdışına gitsem saat farkı ve ishalden rahatsız olurum.
Tom brings us gifts whenever he visits.
- Tom her ne zaman ziyarete gelse bize hediyeler getirir.
I speak English daily.
- Her gün İngilizce konuşurum.
I speak English daily.
- Her gün İngilizce konuşuyorum.
Anyhow, he may now be in Paris.
- Her neyse, o şimdi Paris'te olabilir.
Anyway, you'll never know.
- Her neyse, asla bilmeyeceksin.
For some reason, people have been avoiding me like the plague ever since I got back from India.
- Her nedense, Hindistan'dan döndüğümden beri insanlar benden bir veba gibi kaçıyorlar.
For some reason, I feel sleepy when I start studying.
- Her nedense okumaya başladığımda kendimi uykulu hissediyorum.
He had every reason for doing so.
- Öyle yapmak için her türlü nedeni vardı.
Mary had every reason to be satisfied.
- Mary'nin tatmin olmak için her türlü sebebi vardı.
Man is not as almighty as God.
- İnsan Allah kadar her şeye kadir değildir.
His story may sound false, but it is true for all that.
- Onun hikayesi düzmece görünebilir fakat her şeye rağmen gerçektir.
She told him once and for all that she would not go to the movie with him.
- Ona bir kez söyledim ve her şeye rağmen onunla sinemaya gitmedim.
I don't like either of them.
- Ben, onlardan herhangi birini sevmiyorum.
Do you know either of the two girls?
- İki kızın her birini tanıyor musun?
Tom does this every single time.
- Tom bunu her zaman yapar.
One should take good care of every single thing.
- Biri her şeye iyi bakmalı.
He was in favor of equality for all.
- O, herkes için eşitliğin lehindeydi.
His story may sound false, but it is true for all that.
- Onun hikayesi düzmece görünebilir fakat her şeye rağmen gerçektir.
The tree is rotten and stone dead, and could fall at any time.
- Ağaç çürük ve taş ölü, ve her an düşebilir.
That could happen at any time.
- O her an meydana gelebilir.
A fire may happen at any moment.
- Her an bir yangın meydana gelebilir.
We are expecting him any moment.
- Biz her an onu bekliyorduk.
That couple gets soused nearly every night.
- O çift neredeyse her gece içer.
Tom calls Mary every night and talks with her for at least 45 minutes.
- Tom her gece Mary'yi arar ve onunla en az 45 dakika konuşur.
That pretty bird did nothing but sing day after day.
- O güzel kuş her gün ötmekten başka bir şey yapmadı.
The dog waited day after day for its master's return.
- Köpek her gün sahibinin dönüşünü bekledi.
It's just an everyday thing.
- O sadece her günkü bir şeydir.
I don't know either girl.
- Kızların her ikisini de tanımıyorum.
Either as a waiter at a restaurant or a bartender, both are OK.
- Ya restoranda bir garson olarak ya da bir barmen , her ikisi de Tamam.
Both of them are very cute.
- Onların her ikisi de sevimli
Both of them are in the room.
- Onların her ikisi de odadalar.
Both of them went to the window to look outside.
- Her ikisi de dışarıya bakmak için pencereye gitti.
The Brown twins, both of whom got recently married, held a party.
- Brown ikizleri, son zamanlarda her ikisi de evlendi, bir parti düzenledi.
What I most noticed about my Japanese high school, however, was the great respect shown by students toward their teachers.
- Her nasılsa, Japon lisem hakkında en fazla fark ettiğim şey öğrenciler tarafından öğretmenlerine gösterilen büyük saygıydı.
Whatever it is, I'd like to know what Sami wants.
- Her ne ise, Sami'nin ne istediğini bilmek isterim.
Whatever it is, I didn't do it.
- O her ne ise, ben yapmadım.
At any rate, Ozawa hurriedly took off his raincoat and quickly put it on the naked girl's shoulders.
- Her neyse, Ozawa aceleyle yağmurluğunu çıkardı ve hızlı bir şekilde çıplak kızın omuzlarına koydu.
At any rate, I'll go to college after graduating from high school.
- Her neyse, ben liseden mezun olduktan sonra üniversiteye gideceğim.
I feel itchy everywhere.
- Her tarafım kaşınıyor.
We have people everywhere.
- Her tarafta insanlar var.
He comes into contact with all kinds of people.
- Her türlü insanla bağlantı kurar.
This shop has all kinds of foreign-language magazines.
- Bu mağaza her türlü yabancı dil dergilerine sahiptir.
They looked everywhere for him, but couldn't find him anywhere.
- Ona her yerde baktılar, ama hiçbir yerde bulamadılar.
Tom can sleep anywhere.
- Tom her yerde uyuyabilir.
They looked everywhere for him, but couldn't find him anywhere.
- Ona her yerde baktılar, ama hiçbir yerde bulamadılar.
Tom can sleep anywhere.
- Tom her yerde uyuyabilir.
A lot of people want peace all over the world.
- Dünyanın her yerinde çok sayıda insanlar barış istiyorlar.
The branch offices of the bank are located all over Japan.
- Bankanın şubeleri Japonya'nın her yerinde bulunmaktadır.
An earthquake can happen at any time.
- Bir deprem her zaman olabilir.
An accident may happen at any time.
- Bir kaza her zaman olabilir.
A good book is the best friend, now and forever.
- İyi bir kitap, şimdi ve her zaman en iyi arkadaştır.
I am forever in trouble.
- Benim her zaman başım belada.
Every time I hear that song, I think of my high school days.
- O şarkıyı duyduğum her zaman,lise günlerimi düşünürüm.
He drinks his coffee black every time.
- O, her zaman kahvesini sade içer.
... - TELL HER, SWEETIE. - WELL, I WAS LOOKING AT MY CEREAL THIS MORNING ...
... experience my mother just had with her doctor, when in fact, ...