Muhabir: Ona bir kedi yavrusu aldınız mı?
- Reporter: Did you buy her a kitten?
O, ona nerede yaşadığını sordu.
- He asked her where she lived.
Emi kendine yeni bir elbise ısmarladı.
- Emi ordered herself a new dress.
Jane'nin hayali kendine yaşlı ve zengin bir sevgili bulmaktı.
- Jane's dream was to find herself a sugar daddy.
Herkes ondan iyi şekilde bahseder.
- Everybody speaks well of her.
O ondan daha akıllıdır.
- He's smarter than her.
Onunla kahve dükkanında buluşmaya söz verdi.
- She promised to meet her at the coffee shop.
Onunla kahve dükkanında buluşmaya söz verdi.
- He promised to meet her at the coffee shop.
Mary gerçekten harika. O benim için harika bir yemek pişirdi ve bulaşıkları bile kendisi yıkadı.
- Mary is really great. She cooked a wonderful meal for me and even washed the dishes herself.
Kendisini ateşle ısıttı.
- She warmed herself by the fire.
Onu Kaliforniya'ya gönderiyorum.
- I'm sending her to California.
Onu sevip sevmediğini bilmiyorum.
- I don't know whether you like her or not.
Ladies and gentlemen, I present to you Her Royal Highness The Crown Princess Victoria.
This is her book.
The lady with the green feathers in her hat. A big Gainsborough hat. I am quite sure it was Miss Hartuff..
Her ass is always late.
She goes running every morning.
- O her sabah koşmaya gider.
These are on sale everywhere.
- Bunlar her yerde satılıyor.
Each of the brothers has a car.
- Erkek kardeşlerin her birinin bir arabası var.
She treated each of us to an ice cream.
- O, her birimize bir dondurma ikram etti.
You can't get lost in big cities; there are maps everywhere!
- Büyük kentlerde kaybolmazsın, her yerde haritalar var!
She is an excellent scholar, and is recognized everywhere as such.
- O, mükemmel bir bilim adamıdır, bu itibarla her yerde tanınır.
To be always honest is not easy.
- Her zaman dürüst olmak kolay değildir.
Mother always gets up early in the morning.
- Anne her zaman sabahları erken kalkar.
Put everything in my basket.
- Her şeyi sepetime koy.
Some people believe that Japan is No.1 in everything.
- Bazı insanlar Japonya'nın her şeyde 1 numara olduğuna inanıyor.
Both the brothers were out.
- Kardeşlerin her ikisi de dışarıdalardı.
Tom and his sister are both students at this university.
- Tom ve kız kardeşi her ikisi de bu üniversitede öğrenciler.
They are both unmarried.
- Onların her ikiside evli değil.
I play football every day.
- Her gün futbol oynarım.
I play tennis every day.
- Ben her gün tenis oynarım.
Mr. Jackson somehow knew that Tom had done my homework for me.
- Bay Jackson her nasılsa Tom'un benim için ev ödevimi yaptığını biliyordu.
Somehow, he saved himself.
- Her nasılsa kendini kurtardı.
The tickets are 1,000 yen each.
- Biletlerin her biri 1.000 yen.
The president appointed each man to the post.
- Genel müdür her bir adamı görevine atadı.
Can you see anything in there?
- Orada herhangi bir şey görebiliyor musun?
Open an image and select an image layout. Click Open for opening an image. Click Quit for quitting the program. Image Layout feature allows you to view in any layout.
- Bir resim açın ve bir resim düzeni seçin. Bir resim açmak için Aça tıklatın. Programdan çıkmak için Çıkışı tıklatın. Resim Düzeni özelliği herhangi bir düzende göstermenize olanak tanır.
Brush your teeth after each meal.
- Her yemekten sonra dişlerini fırçala.
Each person paid one thousand dollars.
- Her biri bin dolar ödedi.
Bill is honest all the time.
- Bill her zaman dürüsttür.
Can you see anything at all there?
- Orada herhangi bir şey görebiliyor musun?
Pandas spend at least 12 hours each day eating bamboo.
- Pandalar her gün en az 12 saati bambu yiyerek geçirirler.
She planted some pansies in the flower bed.
- Çiçekliğe bazı hercai menekşeler dikti.
Only God can safely be omnipotent.
- Sadece Tanrı güvenle her şeye gücü yeter olabilir.
Some humans believe that there exists a god who is omniscient, omnipotent and omnipresent.
- Bazı insanlar; her şeyi bilen, her şeye gücü yeten ve her yerde olan bir tanrının var olduğuna inanıyorlar.
You look very pretty, as usual.
- Her zaman olduğu gibi çok güzel görünüyorsun.
Tom and Mary were wasting time, as usual.
- Tom ve Mary her zaman olduğu gibi boşa zaman harcıyordu.
Both my parents are at home now.
- Ebeveynlerimin her ikisi de şu an evdeler.
Both the brothers were out.
- Kardeşlerin her ikisi de dışarıdalardı.
Whenever I go to this store, they're selling freshly baked taiyaki cakes.
- Bu dükkâna her ne zaman gitsem, taze pişmiş taiyaki kekleri satıyorlar.
Tom usually says Pardon my French whenever he swears.
- Tom her ne zaman küfür etse, genellikle Fransızcamı bağışlayın diyor.
Traffic accidents happen daily.
- Trafik kazaları her gün olur.
The patient was recovering daily.
- Hasta her gün toparlanıyordu.
Anyway, you'll never know.
- Her neyse, asla bilmeyeceksin.
Anyway, I won't take up any more of your time.
- Her neyse, daha fazla zamanını almayacağım.
He looks blue for some reason.
- O her nedense mavi görünüyor.
For some reason I don't like Tom.
- Her nedense Tom'dan hoşlanmıyorum.
The United States is a paradise for almost every kind of sports, thanks to its wonderfully varied climate.
- Harika değişik iklimleri sayesinde, Amerika Birleşik Devletleri, hemen hemen her türlü spor için bir cennettir.
Mary had every reason to be satisfied.
- Mary'nin tatmin olmak için her türlü sebebi vardı.
Man is not as almighty as God.
- İnsan Allah kadar her şeye kadir değildir.
I told her once and for all that I would not go shopping with her.
- Ona bir kez söyledim ve her şeye rağmen onunla alışverişe gitmedim.
She told him once and for all that she would not go to the movie with him.
- Ona bir kez söyledim ve her şeye rağmen onunla sinemaya gitmedim.
Do you know either of the two girls?
- İki kızın her birini tanıyor musun?
Either way will lead you to the station.
- Her iki yol da seni istasyona götürecektir.
Tom comes here every single day.
- Tom her tek günde buraya gelir.
Tom does this every single time.
- Tom bunu her zaman yapar.
He was in favor of equality for all.
- O, herkes için eşitliğin lehindeydi.
His story may sound false, but it is true for all that.
- Onun hikayesi düzmece görünebilir fakat her şeye rağmen gerçektir.
The building may crash at any time.
- Bina her an çökebilir.
Tom may come at any time.
- Tom her an gelebilir.
We may have a very severe earthquake any moment now.
- Şu anda çok şiddetli bir deprem her an olabilir.
We are expecting him any moment.
- Biz her an onu bekliyorduk.
Tom used to be drunk by this time every night.
- Tom her gece bu zamanda sarhoş olurdu.
Tom calls Mary every night and talks with her for at least 45 minutes.
- Tom her gece Mary'yi arar ve onunla en az 45 dakika konuşur.
The dog waited day after day for its master's return.
- Köpek her gün sahibinin dönüşünü bekledi.
I worked on it day after day.
- Her gün onun üzerinde çalıştım.
It's just an everyday thing.
- O sadece her günkü bir şeydir.
Both of Tom's parents died when he was just a baby, so he doesn't remember either one of them.
- Tom'un ebeveynlerinin her ikisi de o sadece bir bebekken öldüler bu yüzden onlardan herhangi birini hatırlamıyor.
I don't know either girl.
- Kızların her ikisini de tanımıyorum.
Both of them went to the window to look outside.
- Her ikisi de dışarıya bakmak için pencereye gitti.
He wants to eat both of them.
- O, onların her ikisini de yemek istiyor.
Both of them are very cute.
- Onların her ikisi de sevimli
The Brown twins, both of whom got recently married, held a party.
- Brown ikizleri, son zamanlarda her ikisi de evlendi, bir parti düzenledi.
What I most noticed about my Japanese high school, however, was the great respect shown by students toward their teachers.
- Her nasılsa, Japon lisem hakkında en fazla fark ettiğim şey öğrenciler tarafından öğretmenlerine gösterilen büyük saygıydı.
Whatever it is, I didn't do it.
- O her ne ise, ben yapmadım.
Whatever it is, I'd like to know what Sami wants.
- Her ne ise, Sami'nin ne istediğini bilmek isterim.
At any rate, I'll go to college after graduating from high school.
- Her neyse, ben liseden mezun olduktan sonra üniversiteye gideceğim.
At any rate, Ozawa hurriedly took off his raincoat and quickly put it on the naked girl's shoulders.
- Her neyse, Ozawa aceleyle yağmurluğunu çıkardı ve hızlı bir şekilde çıplak kızın omuzlarına koydu.
We have people everywhere.
- Her tarafta insanlar var.
I feel itchy everywhere.
- Her tarafım kaşınıyor.
She likes all kinds of sports.
- O her türlü spor sever.
We have all kinds of time.
- Her türlü zamanımız var.
You may go anywhere you like.
- İstediğiniz her yere gidebilirsiniz.
That kind of thing can't be found just anywhere.
- O tür şey her yerde bulunamaz.
That kind of thing can't be found just anywhere.
- O tür şey her yerde bulunamaz.
Injustice anywhere is a threat to justice everywhere.
- Herhangi bir yerdeki adaletsizlik her yerdeki adalet için bir tehdittir.
A lot of people want peace all over the world.
- Dünyanın her yerinde çok sayıda insanlar barış istiyorlar.
The branch offices of the bank are located all over Japan.
- Bankanın şubeleri Japonya'nın her yerinde bulunmaktadır.
An earthquake can happen at any time.
- Bir deprem her zaman olabilir.
You can leave at any time.
- Her zaman gidebilirsin.
I am forever in trouble.
- Benim her zaman başım belada.
He who asks is a fool for five minutes, but he who does not ask remains a fool forever.
- Soran beş dakika bir aptaldır fakat sormayan her zaman bir aptal kalır.
Every time I hear that song, I think of my high school days.
- O şarkıyı duyduğum her zaman,lise günlerimi düşünürüm.
This works every time.
- Bu her zaman işe yarar.
... in her own life. ...
... And her little, meow cat. ...